user preferences

New Events

İberya

no event posted in the last week
Recent articles by Manuel Baptista (bireysel katkı)
This author has not submitted any other articles.
Recent Articles about İberya Anarşizmin tarihi

«Ο Ντουρούτι σ&... Aug 02 23 by Αργύρης Αργυριάδης

Neno Vasco por Neno Vasco: fragmentos autobiográficos de um anarquista Mar 21 23 by Thiago Lemos Silva

Σαμπατέ: Aντίσ&... Mar 13 23 by Αργύρης Αργυριάδης

Search author name words: Manuel Baptista

18 Ocak 1934: Portekiz Genel Grevi

category İberya | anarşizmin tarihi | opinion/analysis author Thursday January 17, 2008 09:46author by Manuel Baptista (bireysel katkı) - Luta Socialauthor email manuelbap at yahoo dot com Report this post to the editors

18 Ocak 1934 – başarısızlığa uğrayan genel grev – Portekiz’de bağımsız, sınıf yönelimli, anarşistlerin etkili olduğu son sendikalizm örneğiydi.

Portekiz, 28 Mayıs 1926 darbesinden beri faşist bir diktatörlük tarafından yönetiliyordu. Bu darbe, Salazar’ı Finans Bakanı olarak iktidara getirdi ve bir süre sonra tüm hükümeti ele geçirerek Bakanlar Konseyi Başkanı (Başbakan) oldu. Egemenliği 1968 yazında evinde sandalyeden kaza eseri düşüp ölene kadar sürdü.

Katolik kilise doktrinlerinden (Rejimi kutsayan ve Katolik Kilisesi’ni diktatörlüğün emrine veren Portekiz Başpiskoposu Cerejeira’nın yakın bir arkadaşıydı) ve Charles Maurras gibi Avrupa’daki en gerici anti-demokratik akımlardan ilham alan Salazer patronların ve işçilerin “Korporasyonlar Odası”nda hükümetin paternalist gözetimi altında işbirliği yapacakları korporatif bir rejim amaçlıyordu. Bu model, az çok bugünlerde sahip olduğumuz “sürekli sosyal ortaklık kurulu”nda zorunlu sınıf uzlaşmasıdır. Burada işveren federasyonunun liderleri, sendika liderleri ve hükümet yetkilileri oturup iş hukukundan asgari ücretin belirlenmesine kadar pek çok meseleyi sendikaların tabanlarının haberi olmaksızın tartışırlar ve genelde iş sözleşmeleri ve işçilerin sosyal haklarında geçen kolektif garantileri yok edecek yeni yasa ve düzenlemeler yazarlar.

Tamamı faşistlerden oluşan ve tek resmi parti olan Ulusal Birlik üyelerinin doldurduğu bir parlamentodan geçen yeni 1933 Anayasa’sıyla bazı haklar tanıyıp aslında süresiz gözaltı ve hükümete tüm olağanüstü yetkileri tanıdıktan (tıpkı bugünkü ABD Vatansever Yasası ve onun Avrupa’daki kopyaları gibi) sonra 1934’te rejimin korporatif (faşist) mimarisini uygulamaya karar verdi.

Bunun için sendikaların devletten her tür bağımsızlıklarını yok ederek onları siyasal iktidara boyun eğdirecek ve yeni düzenin sadık hizmetçileri ve gerektiğinde işçilerin arasında karışmış “komünistlerin” yargıçları olacak “apolitik liderlerce” yönetilir hale getirecek yeni yasalara ihtiyacı vardı.

Saldırının amacı IWA üyesi CGT’den arta kalanları yok etmekti. CGT’nin çoğunluğunu anarko-sendikalistler oluşturuyordu, fakat içinde komünist ve sosyalist azınlıklar da vardı (Bu ilerleyen yıllarda bir bölünme yaratarak komünistlerce kontrol edilen birkaç sendikadan oluşan bir mini-konfederasyon yarattı). CGT’nin kendisi Şubat 1927’de kötü hazırlanmış ve kanlı bir isyana katıldığı için yasadışı ilan edildi, ama eski konfederasyonun üyesi olan sendikalar en başta yasaklanmadı. Bunların hala lokallerinde kamusal toplantılar yapabilme imkanı vardı, ama bunun için polislerin de orada bulunması ve tüm tartışmalara katılması gerekiyordu. Böylece bir sendikacının diğerlerine bir öneri getirmesi pek kolay olmuyordu, çünkü hemen tespit edilip polis dosyalarına bir lider olarak kaydediliyordu.

18 Ocak Genel Grevi’ni ateşleyen hükümet kararnamesi tüm bağımsız sendikaların, yani hükümet tarafında yaratılmamış olanların, işçi birlikleri olarak tanınmasını iptal ediyordu ve kendi mesleki dallarındaki işçileri temsil ederek pazarlık etmelerini yasaklayıp pratikte onları yok ediyordu. Önlerine sunulan “seçenek” kısa zaman önce kurulan “Korporasyon Odası”na dahil olarak rejimin bir eki olmaktı.

Ayaklanmacı Genel Grev tam bir yasadışılık koşulları içersinde planlandı ve bunlar bu zamanda yaşamış bir sendikalist ve anarşist olan Emídio Santana’nın hatıralarında ve Edgar Rodrigues’in Brezilya’da sürgünde yazdığı ve düzenlediği tarihte ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca’ya yakın zamanda yapılan bazı çeviriler olsa da Portekizce materyalin büyük çoğunluğu tarihçiler tarafından görmezden gelinmektedir. Bunun bir nedeni de İspanya Devrimi öncesinde İberya’daki Portekiz emek hareketinin önemi hakkında tarihçilerin sahip olduğu yanılgılardır.

Başarısızlığın nedenleri pek çok tartışma ve polemiğe konu olmuştur Bazı anarşistler Komünist Parti’yi ayrı hareket etmekle ve polisi alarma geçirecek sinyaller vererek Mário Castelhano gibi bazı işçi liderlerinin grev için ayarlanan günden önce tutuklanmasına yol açmakla suçlamaktadır.

Başarısızlığın nedenleri ne olursa olsun, bu genel grevin sağlamlaşmış bir rejimi yıkma gücü yoktu. Tüm askeri güçler hükümetin yanındaydı ve pek çok (burjuva) siyasal muhalif hapiste, sürgünde veya sıkı gözetim altındaydı.

Açık grev denemesinin yapıldığı Lizbon yakınındaki endüstriyel bir kasaba olan Barreiro, güneyde pek çok büyük çiftliğin ve kavgacı bir geleneği olan bir proletaryanın olduğu Alentejo kasabaları ve Lizbon’un limana yakın iki endüstriyel bölgesi olan Alcântara ve Beato gibi yereller polis ve GNR (Guarda Nacional Republicana: bir tür militarize polis kuvveti) tarafından kuşatıldı. Ciddi bir ayaklanmanın olduğu tek yer bir cam endüstrisi kasabası olan Marinha Grande’de işçiler GNR kışlalarını işgal ettiler ve birkaç saat boyunca ellerinde tuttular.

CGT’nin yasadışı eylem yeteneği ve araçları (yeraltı barınakları, yurtdışından para) yoktu. Komünist Parti’ninse vardı. Komünist Stalinizmi Portekiz işçileri arasında egemen kılan buydu. 1926 askeri darbesinden önce Komünist Parti üyeleri çoğunluğu anarşist saflardan gelen az sayıda insandı. Endüstriyel işçi sınıfında özgürlükçü komünist gelenek çok canlıydı. İkinci Enternasyonal üyesi sosyalistler memurlar arasında, ticaret ve hizmet sektöründe belli bir etkiye sahipti. Fakat CGT’nin (Genel Emek Konfederasyonu) öncülü olan UON (Ulusal İşçi Birliği) 1919’da kurulduğunda anarşistlerce yönlendiriliyordu. Anarko-sendikalist Amiens Beyannamesi’ni kabul edip doğrudan eylem yöntemleri kullanıyorlardı ve sendika içersinde parti propagandasına karşı ciddi yargıları vardı. Hiç kimseyi parti üyeliğine göre dışlamadılar. UON ve CGT Merkez Komiteleri sosyalist ve komünist azınlıklara sahip oldu.

1974’te faşist rejimin düşüşünden sonra İspanya 1977-78’in aksine Portekiz geçişi devrimci sendikalist bir örgütün oluşumunu ya da 50’lerde gizli bir toplantıda kendisini tasfiye eden CGT’nin yeniden doğuşunu yaşamadı. Bunun nedenleri, ana gövdesini SSCB’ye bağlı Komünist Parti’nin oluşturduğu Marksist-Leninist akımların endüstriyel işçi sınıfı üzerinde muazzam bir egemenliği ve diğer yandaysa eski CGT üyesi anarko-sendikalistlerin az ve çoğunun da emekliye ayrılmış olmasıydı. Tek inşa çabası CGT’nin eski yayın organı olan A Batalha’nın tekrar yayımlanmaya başlamasıydı. Bu, anarşizmin geleneksel sendikalist saflarının ötesindeki akımların da yer alabildiği önemli bir anarşist gazete oldu.

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]