user preferences

Anarşist-Komünizm ve Seçimler

category uluslararası | anarşist hareketin | opinion/analysis author Saturday March 29, 2008 06:11author by José Antonio Gutiérrez D. Report this post to the editors

Bu makale 2003 yılında Şili’de yaklaşan yerel seçimler hakkındaki tartışmaların bir parçası olarak yazılmıştır ve pek çok yoldaşımızın kaynaklarımızın önemli bir kısmını (finansal ve insan) seçim karşıtlığına ayırmak istemesi üstünedir. Aynı zamanda üniversitelerde, okullarda, sendikalarda ve mahalle örgütlerinde seçimlere katılmaya başlamıştık ve bazı anarşistler her türden oylamaya karşı olduklarını söylüyorlardı. Yakın zamanda İrlanda’da WSM (İşçilerin Dayanışma Hareketi) içersinde yaşanan taktikler ve ilkeler hakkındaki tartışmalarda da benzer argümanlar ifade edildi.
[English] [Castellano]
voto.jpg

(Eylül 2003’te yazılmış, Hombre y Sociedad’ın 18-19 nolu 2004 ikinci dönem sayısında yayınlanmıştır)

Ne zaman seçim olsa duvarlara o ya da bu adayın adı, o ya da bu slogan yazılar ve bu sefer işlerin değişeceği iddia edilir. Duvarın önünden geçen insanlar yıldan yıla tekrar eden bu görüntüye alışmışlardır: Sokaklar ancak kış yağmurlarının temizleyebileceği çöplüklerle kirletilir.

Tüm bu adaylar ve sloganlar demetinde her zaman seçime karşı çıkan sloganlar da vardır: Bu tarafta kendisine devrimci diyen solun nerdeyse tamamı yer alır. Bununla birlikte seçime karşı çıkanların bir kısmı, derin bir siyasal nedenden dolayı değil, aslında kendi adaylarının kampanyasını yürütemeyecek durumda olduklarından bunu yapar: Yakın zamandaki PODEMOS deneyimi bunun iyi bir örneğidir (Eskiden seçim karşıtlığının önde gelen savunucuları, bugün yeni bir siyasal koalisyonun adaylarına dönüştüler). Bazılarınınsa sadece lojistik meselelerden çok daha farklı nedenleri vardır. Bu tarafta da seçime katılmamak için geniş bir nedenler yelpazesi vardır: Pinochet tarafından oluşturulan bu Anayasaya hiçbir itibar kazandırmak istemeyenlerden her tür “iktidara” karşı olanlara kadar.

Bu argümanlar arasında az çok bilinen, gereğinden fazla tekrarlanan ve daire içinde bir A ile imzalanan sloganlara rastlarız. Bunlar kesinlikle anarşistlerdir. Kimse anarşistlerin bu konumu kabul etmesine şaşırmaz: Bize bu kararımızın arkasındaki nedenleri bile sormazlar. Buna gerek de yoktur: Anarşist olmak görünüşte seçimlere katılmamak demektir. İşin doğrusu anarşizm genelde kötü niyetle veya cehaletle anti-parlamentarizme indirgenir. Ve denebilir ki kendine anarşist diyenler arasında faaliyetlerini buna düşüren pek çok kişi vardır.

Seçimler söz konusu olduğunda anarşistler olarak kabul etmeliyiz ki mesele genelde soyut bir tarzda ve bağlamın analizi olmadan ele alınmıştır. Hele de seçimlerin pek çok anarşist tarafından sokakta gösteri ve ajitasyon yapmak için geleneksel olarak kullanılan bir bahane olduğu göz önüne alındığında bu oldukça gariptir. Bununla birlikte derinlikli düşünme eksikliği sıklıkla dehşet vericidir: Siyasal analiz önceden işlenmiş ve içgüdüsel formüllerle – kısaca genelde sağa ve sola hakaretler içeren dogmatizm ile - takas edilmiştir. Bu gibi bir durumda sloganının derinlikli düşünmenin yerini alması doğaldır. Argüman ve somut düşünme eksikliği egemen ve teorik sefalet norm olduğunda, genelde oportünizm, basitlikçi görüşler ve çantalarında taşıdıkları diğer tüm sapmalar için verimli bir temel oluşur. Dolayısıyla hatalı bir pratiğin temelleri atılır.

Seçimleri reddeden anarşist pozisyonu “meşrulaştıran” argümanlar arasında öncelikle “ahlak düşkünü” bir doğaya sahip olanlar gelir. Bunlar en zayıflarıdır: Aday olmuş bireylerin kişisel nitelikleriyle uğraşırlar (“onlar hırsızlar”, “yalan söylüyorlar” vs.) ve böylece gerçekten siyasal meseleleri yok sayarak aynı temellerde karşı-argümanlar üretilebilir. Politikacıların hırsız olup olmadığı (ve çoğunluğu kesinlikle böyledir) önemli olan mesele değildir: Bu en fazla rakip adaylar arasında kullanılabilir ve sorunun köküne inmez.

Diğer zamanlarda soruna daha büyük bir bakış atılır ve meseleye soyut bir şekil verilerek “yöntem” (oy kullanma) kullanıldığı kurumlarla karıştırılır. Bu yüzden her tür seçim (bir mecliste, sendikada, spor kulübünde ve tabii ki cumhurbaşkanlığında) temelde aynı görünür ve “kirlilik” oy verme işinin kendisinde görülür. Biz, anarşistler, hiçbir tür seçimle lekelenmemeliyiz ki “saflığımızı” koruyalım. Nasıl karar vereceğiz, nasıl delegeler ve temsilciler seçeceğiz? Bu pozisyonu savunanlar, her şeyin ötesinde pratik düzen sorunu olan bu gibi meseleleri asla tatmin edici şekilde netleştiremezler (Her zaman konsensüs mü kullanacağız? İnsanları rasgele mi seçeceğiz?). Bağlamdan bağımsız olarak oy verme eyleminin saf olmayan ve yozlaştırıcı bir özü olduğu varsayılır. Bir mekanizma olarak oy verme, bir tür “oy verme fetişizmine” teslim olmuş bazı anarşistlerin mitolojik zihinlerinde büyülü ve kötücül bir boyuta bürünür.

Anarşizm her şeyden önce pratik meselelerde karar verme yöntemi ve farklı tutumlar açığa çıkarılıp tartışıldıktan sonra karar alma veya bir delege veya temsilci seçme mekanizması olarak oy vermeye hiç de karşı değildir. Önemli olan mekanizmanın kullanıldığı bağlamdır [1]. Anarşistler tanımsal olarak bir mekanizma olarak “seçimlere” karşı değildir; eğer yerel veya ulusal seçimlerde oy vermeye karşı çıkıyorsak bu oy vermenin uygulandığı bağlamla, yani karar alma süreçlerinden dışlanan bizler üstündeki egemenliğini bu sayede geçerli kılan devlet bağlamıyla ilgilidir (ve biz şans eseri (!) işadamlarının şöleninden de dışlanan kişilerizdir). Bu gibi seçimlerde oy vermeme çağrısı yaptığımızda, aslında dediğimiz devlete ve kapitalizme karşı mücadeledir; bir vaka olarak “seçimlere” karşı mücadele değil. Bizim muhalefetimiz oy vermeye değil, devlet aygıtının bütününe karşıdır.

Bu bizi meselenin köküne götürür: Sorun sistemin yönetilme yolu mudur, yoksa bugünkü sistemi devrimci bir yolla aşmanın gerekliliği midir? İşte bu, burjuva seçimlerinin bizi uzaklaştırdığı ve kapitalizmin çirkin yüzünü temizlemeye yardımcı olan temel meseledir.

Burjuva seçimlerinin bir diğer kötü etkisi kendi başına ayrışma yaratmasıdır. Seçimler yapay, konu temelli, uyduruk bir siyaset ve iktidar paylaşımı alanı yaratırlar. Bu tam da devletin altındaki mantıktır. Ve tam da politikanın bu tür bir kavranışına karşı anarşistlerce radikal bir eleştiri yapılmalıdır; çünkü bizce iktidar “hazırlanmış alanlarda” değil, halkın kendisi tarafından, kendi alanlarında, hayatımızın her alanında uygulanmalıdır.

Burjuva iktidarı, ideolojik olarak bunu reddetse de ancak bazı yapay alanlarda onların ideolojik “özgür irade” bayağılıklarıyla ifadesini bulur ve hayatlarımızın derinliklerine işler, varlığımızın her noktasına gizlice girer. Bu yüzden halk iktidarı bununla aynı tarzda yüzleşmeli ve hayatımızın tüm alanlarına tamamen egemen olmalıyız.

Bu yüzden seçimler bizi somut sorunlarımızdan (onları çözme yanılsamasıyla) uzaklaştırır ve “politik” olan, yani kitlelere yabancı olan bir alan yaratır. Bununla birlikte farkında olmadan bazı anarşistler, reformist sol gibi bu tuzağa düşerler. Reformist sol, faaliyetlerini büyük çoğunluğun bu dar “politika” tanımına yönlendirir, seçim sirki uğruna tabandaki çalışmalarını bir yana bırakır veya onları sirke kanalize eder. Bu sayede burjuvazinin politika kavrayışını geçerli kılarlar. Pek çok anarşist muhalif olmak için benzer şekilde hareket eder: Tıpkı adaylar gibi sadece seçim zamanlarında insanlara oy vermemelerini söylerler. Ve verilen oyları saymak yerine oy vermeyen insanları veya geçersiz oyları sayarlar; sanki bunlar mücadeleden ve gerçek örgütlenmeden daha önemliymiş gibi.

Tıpkı diğer partiler gibi onların da seçimlerde bir adayı vardır: Oy vermeme. Böylece tabanda gerçek bir çalışma, gündelik çalışma, sınıfı ve toplumsal aktörleri devrimci bir beklentiyle güçlendirmek yerine siyasal olanın tanımlanmasını devletin eline bırakırlar. Eylemimiz, burjuvazi tarafından siyaseti ifade etmek için yaratılmış konu temelli bir gösteriye dönüşür.

Bu seçimlere kayıtsız kalmak mı demektir? Onlarla ilgili bir tutum almamak mı demektir? Hiç de değil. Kesinlikle demokratik-burjuva makineye ve dolayısıyla baskı ve sefaletin yönetiminin her tür biçimine karşı net bir duruşumuz olmalı, fakat elimizden geldiğince açık olmalıyız. Oy vermeyen bu kadar insanın olması İŞE YARAMAZ. Anarşist propagandanın etkinliği oy vermemeyi seçenlerin sayısıyla değil, halk kitlelerinin savaşkanlık ve örgütlenme derecesi üstündeki etkimizle ölçülmelidir. Sistem zaten itibarını yitirmiştir; bizim gerçek görevimiz propaganda ve eylem ile bu sistemin değiştirilmesinin gerekli ve zorunlu olduğunu göstermektir.

Propagandamız her şeyden önce halkın mücadelesini ve örgütlülüğünü güçlendirmeye odaklanmalıdır; halk örgütlenmesi ve mücadelesi devletin ve sermayenin temellerine karşı en iyi silahlardır. Bu anarşistler için aktivizmden militanlığa geçiş demektir. Aktivizm her zaman beklenmedik olayları takip ederken militanlık açık şekilde daha sistematik, sabit ve koordinasyonlu bir çalışma, halk mücadelesinin değişik aktörlerini geliştirmeye eğilmektir.

Yukarıda değinilenlerden “biz anarşistiz ve bu yüzden seçimlere girmeyiz” gibi anarşizmin ana ilkelerinin fakirleşmiş ve hantal sürümü olan açıklamalardaki aldatıcı yanlış kavrayışı çıkarabiliriz. Siyasetimiz seçimlere katılmama gerçeğinden türeMEZ, tersine seçime katılmama bizim siyasetimizin bir ürünüdür. Ve esas mesele kesinlikle halk iktidarının nasıl kurulacağıdır.

Burjuva seçimlerine katılmama anarşist devrimci militanlığın siyasal ilkelerinden biri olarak görülemez, ama bu işçi sınıfının kalbinde bir inşa stratejisinden doğal olarak çıkmalıdır.

Bugün her zamanki gibi sisteme karşı mücadeleye dahil olmak isteyenler için bir yolu nasıl kuracağımızı bilmek ve bu yüzden bazen biraz çocukça, dogmatizm ve içgüdüsel deyişbilim belasına bulaşmış bir tür naif anarşizmin ötesine gidebilmek gereklidir.

Meseleyi en düz haliyle ortaya koyalım: Anarşist komünistler için burjuva seçimlerinde yer yoktur, çünkü bizim halk iktidarını kuracağımız, direneceğimiz ve mücadele edeceğimiz doğal alan farklı bir yerdedir: mahallelerimizde, üniversitelerimizde, okullarımızda ve işyerlerimizde.

Peki diğer seçimler?

Yöntem sorunları ve siyasal tutumlarla ilgili yukarıda değindiğimiz ciddi düşünme eksikliğinden dolayı anarşistin “her türden seçime” karşı olumsuz bir tutumu vardır. Sanki bizim eleştirimiz bağlamdan ve içerikten bağımsız olarak oy verme eyleminin kendisine karşıymış gibi! Bu tutum, mesele devlet seçimlerine katılmakla toplumsal ve kitlesel örgütlerdeki (sendikalar, mahalle örgütleri vs.) seçimler arasındaki farka gelince kafaları karıştırır. İkincisinde anarşistlerin varlığı sadece olumlu değildir, uzun vadede toplumsal inşa sürecinde etkimizin derecesini garantilemek istiyorsak gereklidir de.

Bu alanlardaki eksikliğimiz tarihsel olarak kapıları reformizme ve her tür otoriterizme açmak demek olmuştur. Gerçekten, mücadelemiz pek çok diğer siyasal grup gibi toplumsal örgütlerde temsili konumlar elde etmekle sınırlanmamalıdır; faaliyetimi her şeyden önce tabanda olmalıdır. Fakat pek çok defa temsili görevlere gelme şansını meclislerde yer almanın yeterli olduğuna inandığımızdan tepiyoruz. Bunun bizim güçlü noktamız olduğuna inanıyoruz. Bununla birlikte taban çalışmasının içinde bulunduğumuz örgütlerin her bir düzeyinde ifadesini bulmasına ihtiyaç duyuyoruz ve bu gibi bir şey şu noktalarda net olduktan sonra ilkelerimizden bir ayrılma nedeni olmayacaktır:

1. Seçim mücadelesine katılım bizim daha önceki gerçek taban çalışmamızın ifadesi olmalıdır ve ancak bu katılımımıza bir temel ve meşruiyet sağlar. Bu ön çalışma olmadan, aşağıdan inşa etmeye başlamadan, temsili konumlar için mücadele diğer siyasal grupların yukarıdan-aşağıya mantığının bir benzerini teşkil eder.

2. Katılımımız her koşulda diğer gruplar gibi olmamalı; her zaman temsili alanlarla sınırlanmamış bir içsel demokratikleştirme projesini ileri itmeliyiz, tabanı önemli meselelerde son sözü söyleyen kılmalıyız. Bu pratik olarak meclisler, tabana sorumluluk, aşağıdan yukarı örgütsel kanallar vs. gibi demokratik ilkeleri uygulamaktır.

3. Asla taktiği strateji ile karıştırmayın: Halk ve kitle örgütlerinde siyasal egemenlik asla kendi başına bir amaç değildir. Örgütün sınırlarının ötesinde gerçek değişimler yaratabildiğimiz ve kapitalist toplumun temellerini tehdit edebildiğimiz sürece önemlidir. Kısaca, sendikalarda seçimleri kazanmayı sadece kazanma uğruna istemiyoruz, bunun devrimci bir gücün birikimine yardımcı olabilmesini hedefliyoruz. Son amaç, bunları hiç reddetmesek de reformlar mücadelesinde sonsuza kadar oyalanmak değildir; ezilenlerin ve sömürülenlerin özgürleşmesini sağlayacak devrimci dönüşümlerin yolunu açmaktır.

4. Ve sıkı bir özgürlükçü/liberter etik hiç de önemsiz değildir: Kendi fikirlerimizi, kendi programımızı tarafsızlaştıramayız. Bir örgütün üyesi olduk diye fikirlerimizi susturamayız. Bununla birlikte onları dayatamayız da. Fikirlerimizi egemen kılma mücadelesi tabanda, meclislerde kazanılmalıdır ve temsilciler olarak görevimizi kötüye kullanmamalıyız.

Bu dört nokta bizce toplumsal örgütlerde seçimlerle ilgili doğru bir hat geliştirmek için olağanüstü önemdedir. Birkaç yıl önce bize yakın bir sendikacı yoldaşın Ulusal Emek Konfederasyonu’nda (CUT) önemli bir konuma seçilmesi emek hareketinde harika bir çalışma olanağının nasıl harcandığına dair iyi bir örnektir. Birinci olarak ne kadar eksik olsa da farklı sendikalar içersinde yeni bir sendikacılık yaratmak için ön çalışma vardı. Bizde eksik olan yoldaşın adaylığı ve gücüne uygun tutarlı bir taktiğimizin olmamasıydı. Sonunda yoldaşımız tecrit edildi, yeni tür bir sendikacılık sorununu gündeme getiremedi ve en sonunda daha önce başlamış ve 1998 1 Mayısında Multisincidal’in kuruluşuyla en enteresan anlarını yaşayan güç birikimi sürecinden hız alacak bir akımın yaratılmasına katkı sunamamasıydı.

Tam tersine liberterlerin günümüzde mahalle ve öğrenci örgütlerinin liderliklerindeki katılımlarının; tabanda bir ön çalışma, bir demokratikleştirme projesi, özgül bir talepler ve mücadele programı ve liberter bir siyasal çalışma tarzı ve etiği ile halk kesimlerinde liberter etkiyi güçlendirmeye ve halkın örgütlenme ve mücadele düzeylerini arttırmaya olan olumlu etkisini gösterir. Ve bu bize halk mücadelesinin içinden liberter bir projenin inşasına katkı sunacak olan insanların bir araya geleceği daha geniş ağlar kurmada yardımcı olur: FeL (Liberter Öğrenciler Ağı) bu sürecin bir parçasıdır.

Sendika ve öğrenci seçimlerinde mücadelenin doğuştan çöküşümüze ve yozlaşmamıza yol açacağını varsaymamalıyız (Mücadeledeki insanlarca yaratılmış bu meşru alanlarda bazen bürokratik dejenerasyon gerçekleşse de bunun burjuva bir sınıf aygıtı olarak devletle bir alakası yoktur). “İktidar” (!) tarafından “yozlaştırılma” korkusu eğer biz bu dört ilkeye bağlı olarak hareket edersek asla gerçekleşemez. Sadece siyasal tutarlılık, liberter tarzda siyasal çalışma ve açık katılım mekanizmalarının varlığı bunu engelleyebilir. Ernesto Miranda’nın ön sıralarında yer aldığı ve CUT’un yaratılmasına yol açan 1950’lerdeki anarko-sendikalist neslin mirası ve yeni anarşist komünist neslin mahalle, öğrenci ve işçi örgütlerindeki çalışmaları bunun herkesçe görülebilir kanıtlarıdır.

Not:
[1] Benzer bir şey “demokrasi” etrafındaki tartışma üstüne de söylenebilir: Meseleyi soyut haliyle arkasındaki somutluk olmadan tartışmada oldukça fazla mürekkep harcanmıştır. Bu durum bir şekilde sağır insanlar arasındaki diyalogu çağrıştırır. Birileri demokrasiye evet derken diğerleri hayır der, fakat aslında demokrasiden neyi kastettiklerini birbirlerine hiç sormazlar. Açık şekilde halkın demokrasi talepleri sınıf çelişkileri üstüne kurulu burjuva demokrasisiyle pek çok benzerlik taşımaktadır. Ve devrimci basın “demokrasiye” saldırdığında, bu uzlaşma politikaları kavramını ve zenginlerin demokrasisini eleştirmenin bir yoludur.

 

This page has not been translated into Čeština yet.

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]