user preferences

New Events

Mashriq / Arabia / Iraq

no event posted in the last week
Search author name words: Wayne

ABD Irak’ta Kaybetmeyi Hak Ediyor, Fakat Irak Direnişini Desteklemeli miyiz?

category mashriq / arabia / iraq | emperyalizm / savaş | opinion/analysis author Monday November 19, 2007 01:26author by Wayne Price - NEFAC Report this post to the editors

Kara Kızıl Notlar Mart Nisan Mayıs 2006 sayısından alınmıştır.

Buraya kadar ABD’nin Irak saldırısına toptan karşı olmamız, yenilmesini istememiz ve savaş hakkında geveleyen tüm politikacılara karşı çıkmamız ve “Askerler Hemen Şimdi Eve Dönsün!” sloganı etrafında bir kampanya örmemiz gerektiğini savundum. “Irak Direnişini Destekle” sloganını eleştirdim. Ancak bunun daha derin bir şekilde tartışılması gerekiyor.

Buraya kadar ABD’nin Irak saldırısına toptan karşı olmamız, yenilmesini istememiz ve savaş hakkında geveleyen tüm politikacılara karşı çıkmamız ve “Askerler Hemen Şimdi Eve Dönsün!” sloganı etrafında bir kampanya örmemiz gerektiğini savundum. “Irak Direnişini Destekle” sloganını eleştirdim. Ancak bunun daha derin bir şekilde tartışılması gerekiyor. Direnişi destekleme düşüncesi ABD veya diğer emperyalist ülkelerde yapılacak bir işe işaret etmez. Bu desteği hayata geçirmenin bir yolu yoktur. Burada yapılabilecek tek şey derhal ve topyekun askeri geri çekilmeyi hedefleyecek olan bir hareketi inşa etmektir. Direnişi destek sloganı propagandayı hedef alan, eğitimsel bir kavramdır. Onun bu eğitimsel değeri tartışmaya değerdir.

“Destek” sloganını kullananların hemen hepsi farklı türlerden Leninistlerdir ve bunların çoğu da Troçkisttir. Troçkistler direnişe verilen “politik” destek ile “askeri” ya da “teknik destek” arasında bir ayrıma giderler. Kimi saptamalarından anlaşılıyor ki direnişi desteklemekten kastettikleri şey bunlardan ikincisi türünden bir destektir. Bu farklı türden destek anlayışlarını, onların sağlam ve zayıf yönlerini anarşist bir perspektiften hareketle ele alacağım. Bu türden desteklerin söz konusu olduğu üç durumu inceleyeceğim: Rus devriminden bir kesit, İspanya devrimi, Vietnam-ABD savaşı.

1. Kornilov Olayı

Şubat 1917’de, Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın işçileri, köylüleri ve askerleri ayaklandı ve Çar monarşisini yıktı. Yıkılan monarşi yerine fabrika, köy ve askeri alaylardaki yüz yüze ilişkilere dayalı yaygın konseylerden (ya da sovyetlerden) kökünü alan bir doğrudan seçimle işleyen konseyler ağı kurdular. Bu konseyler ağının dışında ve ondan ayrı olarak kurulan yeni ve resmi hükümet yani “Geçici Hükümet” ise seçime dayanmamaktaydı. Geçici Hükümet bu görevi, seçilmiş bir kurucu meclis bir anayasa yazana kadar üstlenecekti. Bu süre zarfında Geçici Hükümet Çar’ın devletinden arta kalan askeri güçleri ve bürokrasiyi yönetmekteydi. Hükümet ne kitlelerin hoşnutsuz olduğu savaştan (1. Dünya Savaşı) çekildi, ne bir kurucu meclis için yapılması gereken seçimlerin yaptı, ne köylülere toprak verecek bir yasa çıkardı, ne de vaat etmiş olduğu diğer şeyleri yaptı. Bu sırada sovyetler halkın büyük çoğunluğunun desteğini kazanmıştı; Geçici Hükümet sovyetlerin onayı olmadan hiçbir şey yapamıyordu. Bu ikili sistemin (ya da ikili iktidarın) bir süre ayakta kalmasına olanak veren şey, sovyetlere dahil olanların çoğunluğunun Geçici Hükümeti destekleyen ılımlı sosyalistler olmasıydı. Bu reformist sosyal demokratlar (Menşevikler) ve reformist köylü-halkçıları (Sosyal Devrimciler) sovyetlerin başında kendileri olsa bile, iktidarı sovyetlerin almasına karşılardı. Bu sağ kanat sosyalistler, kapitalizm yanlısı politikacılardan oluşan Geçici Hükümeti desteklemeye devam ettiler ve daha sonra kapitalist partilerle işbirliği yaparak hükümete girdiler. Geçici Hükümetin başkanı bir liberal olan Alexander Kerensky idi.

Geçici Hükümete karşı çıkan iki radikal sol eğilim vardı. Lenin tarafından yönetilen Bolşevik (daha sonra Komünist) Parti ve birçok gruplaşma halinde parçalı durumda olan anarşistler. Her ne kadar sayıları artmakta olsa ve Bolşeviklere soldan baskı yapsalar da, anarşistler Bolşeviklere göre çok daha azınlıkta kaldı. Sıkça işbirliğine giden her iki politik grup da sovyetlerin hükümeti devirmesine ve onun yerine sovyetlerin bir birliğinin kurulmasına çağrı yapıyordu. Bolşeviklerin sloganı “Tüm iktidar sovyetlere” idi. (Bolşevik-anarşist ittifakı Geçici Hükümet’in ekimde devrilmesinin ertesine dek sürdü; sonunda Bolşevikler anarşistleri vurdular.)

Ağustos 1917 gerilimler yeni bir düzeye yükseldi. Kitleler Geçici Hükümet’in hatalarına karşı giderek tahammülsüzleşmekteydi, ancak radikal sol kanada da hala tam olarak güvenmemekteydi. Öte yandan ordunun muhafazakar grupları ve kapitalistler kitlesel mücadelelerden, grevlerden, disiplini bozan askeri komitelerden ve tüm ikili iktidar durumundan giderek usanmaktaydı. Bu sıkışmayı aşacak bir altüst oluş gerçekleşmek zorundaydı.

Sağ güçler askeri diktatörlük çağrısı yaptılar. Bu diktatörlük sovyetleri ezecek, sadece Bolşevikleri değil, tüm sosyalist partileri yasadışı ilan edecek ve ölüm cezasının yaygın biçimde kullanarak ordu ve fabrikalardaki disiplini sağlayacaktı. Kerensky bu amaçla üst düzey bir general olan Lavr Kornilov ile bir komploya girişti. Kornilov silahlı kuvvetlerin en gerici unsurlarını kullanarak başkent Petrograd’ı ele geçirecek ve iktidarı alacaktı. Kerensky bunlara politik kılıf vazifesi görecekti. Kerensky Korlinov’un Kerensky’i iktidara yerleştireceğini düşünürken, Kornilov’un niyeti diktatör tahtına bizzat oturmaktı. Kerensky bunu fark ettiğinde şok oldu, aldatılmıştı. Hükümeti ve sovyetleri Kornilov’un planlarından haberdar etti.

Bolşevikler ne yapmalıydı? Bu koşullardaki anarşistlerin tartışmaları hakkında bir şey bilmiyorum.) Troçki gibi önde gelen Bolşevikler Geçici Hükümet’in hapishanelerindeydiler. Lenin gibi bir diğer grup yeraltına çekilmek zorunda kalmıştı. Hükümeti Kornilov’a karşı desteklemeli miydiler? Geçici Hükümet sözde burjuva demokrasisinden yanaydı fakat pek de demokratik değildi. Ancak Kornilov bir nevi ‘erken’1 faşist idi. Bir grup denizci Troçki’yi ve hapisteki diğer Bolşevikleri ziyaret ettiler ve sordular: “Hükümeti durdurmanın tam zamanı değil mi?”. Cevap “Hayır, daha değil” oldu. “Kornilov’u vurmak için Kerensky’i kullanın. Kerensky ile daha sonra hesaplaşacağız.” (Trotsky, 1967, History of the Russian Revolution, vol. II –Rus Devrimi Tarihi, cilt II–, s. 227)

Aslında Bolşevikler, anarşistler ve diğer sosyalist partilerin militanları, işçilerle devrimin savunulmasına yönelik komiteler kurmaya çalışmaktaydı. Bu komiteler Petrograd bölgesinin her yerinde oluşturulmuştu ve Rus İmparatorluğu’nun başka bölgelerine de sıçramıştı. Bu komiteler işçilere silah dağıtıyor, güvenilir ordu güçlerini seferber ediyor ve işçileri ilerleyen Kornilov güçlerine sabotajlar düzenlemeleri için örgütlüyordu (asker taşıyan trenler işlemez hale getiriliyor, telgraf mesajları yerlerine ulaştırılmıyordu). Petrograd’dan işçi ve askerler ilerleyen Kornilov güçleriyle konuşup, onları geri dönmeye ikna etmek için gönderiliyordu. Bu yöntemler hayli başarılı oldu. Kornilov güçlerinin askeri üstünlüğü sıcak kuma dökülen su gibi pek az şiddet kullanılarak kayboldu (kimi subaylar vuruldu). Bu olay aşırı solun insanlar üzerindeki etkisinin büyük bir yükselişe geçmesine ve ılımlı sosyalistlerin destek kaybetmesine sebep oldu. Kerensky rejiminin devrilmesi artık sadece zaman meselesiydi.

Kornilov olayı boyunca Bolşevikler (ve anarşistler) Geçici Hükümet’e katılmadılar. Diğer partilerle sadece pratik koordinasyon ihtiyaçları çerçevesinde ilişki kurdular. Troçki daha sonraki yıllarda bu olayı, benzer durumlarda nasıl hareket edileceğine dair iyi bir örnek olarak pek çok defa kullandı. Troçki şöyle özetliyordu: “onları teknik olarak destekleyin, ama politik olarak desteklemeyin” (s. 305). Ancak Lenin durumu biraz farklı ifade ediyordu. (R.S.D.İ.P. merkez komitesine) O günlerde şöyle yazıyordu:

“Şimdi bile Kerensky’nin hükümetini desteklememeliyiz. Bu ilkesizce olur. Bize şöyle sorabilirler: Kornilov’a karşı savaşmayacak mıyız? Elbette ki savaşmak zorundayız! Fakat bu ikisi aynı şey değil, burada bir ayrım çizgisi var. Kornilov’a karşı tıpkı Kerensky’nin güçlerinin savaştığı gibi savaşmalıyız, savaşıyoruz, ama Kerensky’i desteklemiyoruz. Tersine onun güçsüzlüğünü teşhir ediyoruz. Fark burada.” (Selected Works, vol. 2 –seçme eserler, cilt 2–, s. 222)

Lenin işçilerin silahlarının, Kerensky’nin hükümeti ile pratik koordinasyon halinde Kornilov’a çevrilmesinden yanaydı. Ancak bunu hiçbir türden “destek” olarak adlandırmak istemiyordu.

2. İspanya Devrimi

İspanya devrimi (ya da daha sıkça adlandırıldığı isimle, iç savaşı) yaklaşık olarak 1936’dan 1939’a dek sürdü. Genel olarak ifade edildiği üzere devrimdeki iki temel taraf, yasal olarak seçilmiş olan Halk Cephesi hükümetine karşı onu devirme hedefindeki faşist askeri güçlerdi (bu güçler hedeflerine Hitler’in de askeri yardımıyla ulaştılar). Halk Cephesi işçi sınıfının, sosyalist partilerin ve kapitalizm yandaşı (‘cumhuriyetçi’ ya da ‘kralcı’) partilerin bir koalisyonuydu. İşçi kitleleri (Halk Cephesi içindeki) İspanya Sosyalist Partisi ile yakınlığı olan sendikalar ile anarşistler tarafından yönlendirilen sendikalar arasında yarı yarıya bölünmüş durumdaydı. Ayrıca bir de POUM adlı, ana akım Komünist Parti’ye (kimi sağdan, kimi soldan yani Troçkist) muhalif olan komünistlerin kurduğu bir devrimci sosyalist parti bulunmaktaydı. Ordu darbeye kalkıştığında işçiler onu geri püskürttüler. Anarşistler, POUM ve sosyalistler tarafından gönüllü askeri birlikler (milisler) kuruldu.

İç savaşın patlak verdiği bu durumda devrimci anarşistler ve sosyalistler ne yapmalıydılar? Uluslar arası hareket içersinde devrimcilerin hiçbir tarafı desteklememeleri gerektiğini savunan kimileri (Bordigistler ve başkaları) vardı. Bu düşünceden birinin ifade ettiği üzere, “Kralcı Burjuva hükümetine ne politik ne de maddi destek!” (aktaran Trotsky, The Spanish Revolution –İspanya Devrimi–, 1973, Pathfinder, s. 422). Ne de olsa Halk Cephesi cumhuriyeti kapitalist ve Morokko’da bir sömürgesi olan emperyalist bir devletti ve binlerce işçi ve solcuyu hapse tıkmıştı. Gerçekte bu tavır gerçekçi bir tutum değildi çünkü işçiler faşizmle yüzyüze oldukları bu noktada cumhuriyeti yıkmaya hazır değillerdi. İspanyol solunun liderleri doğru bir şekilde cumhuriyetin faşistlere göre kötünün iyisi olduğunu düşünüyorlardı. Cumhuriyet bir burjuva demokrasisiydi ve bunun anlamı her ne kadar özgürlükleri kısıtlı olsa da, işçiler örgütlenebiliyor ve sonraki bir devrime hazırlık yapabiliyorlardı. Ancak önde gelen anarşist ve POUMistler bu durumdan, kendilerinin reformist sosyalistler ve tam anlamıyla kapitalist olan politikacılarla işbirliği yaparak Halk Cephesi hükümetine girmeleri gerektiği sonucunu çıkardılar. Kendi mücadelelerini kapitalist devlete tabi kıldılar. (Burada söylediklerim açıktır ki oldukça üstünkörü bir özettir. Özellikle de Komünist Parti’nin haince davranışının etkisini burada konu dışı bıraktığım vurgulanmalı.)

Ancak bir üçüncü tutum mümkündü. Anarşistler ve POUM militanları için bu tutum kendi güçlerini, cumhuriyetçi devleti devirebilecek kadar güçlenene dek faşistlere karşı odaklamak olurdu. O güne kadar cumhuriyete askeri ve teknik destek vermeli ama politik destek vermemeliydiler. Devrimci işçilerin kendi sınıf düşmanlarına karşı olan politik bağımsızlıklarını teslim etmemeleri gerekir. Halk Cephesi’ne katılmamaları, onun adayları, programı hatta askeri bütçesi lehine bile oy vermemeleri, onları politik olarak onaylamamaları gerekirdi. Bu şekilde davransalardı devrimciler politik olarak hükümete karşı olan konumlarını sürdürmüş olurlardı. Halk Cephesi’nin faşizme karşı mücadeledeki tereddütlerini ve ihanetlerini teşhir etmeleri gerekirdi ki bu ihanet ve tereddütler cumhuriyetin yenilgisini getirdi. Teşhir yoluyla işçileri, köylüleri ve sıradan insanları devrimin gerekliliğine yani bürokratik-askeri devlet yerine, (demokratik bir şekilde işleyen ve bu şekilde farklı parti ve örgütlerin etki alanı oluşturmak için birbirleriyle yarışabilmelerine olanak verecek olan) işçi ve halk konseylerinin birliğinin geçmesinin gerekliliğine ikna edebilirlerdi. Aslında bu durum anarşist sendikaların yerel işçilerin büyük bir çoğunluğunun desteğini aldığı İspanya’nın bir bölgesinde (Katalonya) ispat edilebilirdi.

Bu yaklaşım o günlerde Troçki ve onun bir avuç İspanyol taraftarı tarafından savunulmaktaydı. “Eğer … şu an iktidarı alacak kadar güçlü değilsek, bir yandan askeri olarak (faşist) Franko’ya karşı savaşmalı … bir yandan da politik olarak (Halk Cephesi’nin lideri) Negrin’e karşı bir ayaklanma için hazırlanmalıyız.” (Troçki, s. 296). Politik hazırlıktan kastedilen liberal kapitalist hükümetin zayıflıklarının ve ihanetlerinin teşhir edilmesiydi.

Esasında bu yaklaşım anarşistler içinden devrimci bir azınlık, Durriti’nin Dostları grubu tarafından da savunulmaktaydı. Anarşist sendikacı liderlerinin sınıf uzlaşmacılığından usanan bu grup, cumhuriyetçi kapitalist devletin yıkılması ve onun yerine kitle sendikaları tarafından seçilen bir ulusal savunma komitesinin kurulması yoluyla devrimin tamamlanması çağrısı yapmaktaydılar. 1938 tarihli “Yeni bir Devrime Doğru” yazılarında Halk Cephesi’nin politik olarak desteklenmesini kınıyorlardı: “Burjuva gruplarla işbirliğine karşı çıkıyoruz. Sınıfsal tavrın terk edilebileceğine inanmıyoruz. Devrimci işçiler resmi makamlara destek olmamalıdır, bakanlıklarda görev almamalıdır… Bu düşmanlarımızı desteklemek ve kapitalizmi güçlendirmekle eş anlamlıdır.” (s. 39). Fakat pratik ve maddi işbirliğine karşı değildiler: “Savaş sürdükçe savaş alanında, siperlerde, hendeklerde, cephe gerisinden cepheye destek olma çabasında işbirliği yapmak uygundur.” (s.39) Troçki’nin terimleriyle ifade etmek gerekirse “teknik olarak destek ol, politik olarak değil”.

3. Vietnam Savaşı

Yukarıda ele aldığım iki vaka, her ne kadar başka türden burjuva demokratik haklar için mücadeleleri içerse de, ulusal kurtuluş mücadeleleri ile ilgili değildi. Fakat Vietnam savaşı bir ulusal bağımsızlık savaşıydı. Bugün Irak’ta olan durumla kimi benzerlik ve farklılıkları vardı.

Savaş karşıtı solda Kuzey Vietnam’ın Stalinist önderliği ve Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne (UKC) yönelik büyük bir sempati hatta bir özdeşleşme mevcuttu. Bunlar gerçekten de yeryüzündeki en büyük emperyalist güç ile savaşmaktaydılar. Savaş karşıtı cephede UKC’nin (Komünist Parti tarafından kontrol edilmediği fakat) çok-partili bir cephe olduğu ve Kuzey Vietnam’dan bağımsız hareket ettiği gibi pek çok yanılsama vardı. Dönem Castro’nun Küba’sına ve Mao’nun Çin’ine dair yanılsamaların hakim olduğu bir dönemdi. Ortodoks Troçkistler Kuzey Vietnam’ın (her ne demekse) bir işçi devleti olduğu ve UKC’nin sosyalist bir devrim yapmakta olduğu iddiasındaydılar. Liberter-demokratik devrimci sosyalist olanlar için zor bir dönemdi.

Stalinizm karşıtı devrimcilerin ABD’nin savaşına karşı çıkmak ve ABD’nin Vietnam’dan derhal çekilmesini savunmak konularında bir problemleri yoktu (Maoistler ve Stalinistler talep olarak müzakereleri öne sürüyordu). Fakat belli bir noktadan sonra stalinistlerin Vietnamlıların çoğunluğunun desteğini aldığı ortaya çıktı. Daha önceki yıllarda işçi sınıfı tarafından destek gören başka güçler de olmuştu, 1930larda yoğun taraftar bulan Troçkistler, UKC’den başka milliyetçiler, sendikacılar, Budistler gibi. Ancak bunların hepsi yerlerini iki reaksiyoner güce, batı yandaşı cephe ve Stalinistlere bırakmıştı. Bu arada daha önceden ABD tarafından desteklenen bir batı yandaşı tarafa karşı verilen içsavaş, açık bir şekilde yabancı işgaline karşı verilen bir savaş haline geldi. ABD ülkeyi 400.000 askerle doldurdu ve savaştaki yerini aldı.

Hal Draper bugünün ISO2’sunun bir selefini kurdu. Önceden Troçkist olan Draper kendini bir “üçüncü kamptan sosyalist” olarak adlandırıyordu ve Stalinist bürokrasiyi (doğru bir şekilde) yeni bir yönetici sınıf olarak görüyordu. Binlerce askerin Güney Vietnam’ın büyük şehirlerine sızdığı, destek üsleri kurduğu ve hiç kimse bu devasa operasyonu kukla hükümete ispiyonlamadığı UKC’nin 1968 Tet saldırısından etkilenmişti.Stalinistlerin ulusal desteği kazandığı görüşündeydi. Bu konuyu politik ve askeri destek ayrımına giderek açıklıyordu. “Vietnam’dan üçüncü bir devrimci gücün yükselmesi umudundaydık, ancak şunu teslim etmeliyiz ki ABD’nin müdahalesi bu ihtimali yerle bir etti… UKC’ne verilecek teknik destek sorunu otomatik olarak kayboldu.” (“The ABC of National Liberation – Ulusal Kurtuluşun ABC’si” Draper Papers-No. 1, 1989, s. 205) Vietnamlılar ulusal bağımsızlık ve biz sosyalistler kararlarına katılsak da katılmasak da seçtikleri hükümet tarafından yönetilme demokratik haklarına sahiptir. Bu demokratik hakkı desteklemeliyiz. Ayrıca bu korkunç savaşın bitmesinin tek yolu UKC ve Kuzey Vietnamlıların kazanmasıdır. Vietnamlı ve ABD’li insanların kitleler halinde öldürülmesini durdurmanın tek yolu stalinistlerin zaferidir ve yakın gelecekte başka bir sonucu ümit etmek son derece yersizdir. Ancak şunu da belirtiyordu: “UKC’nin zaferi acı bir gerçektir, fakat hiç kimsenin zaferi bizim ona dair politik görüşümüzü değiştirmez. UKC’nin devrimci muhalifleri olarak kalmaya devam edeceğiz ve yanılsamalara karşı çıkacağız. UKC’nin yüceltilmesine karşı çıkacağız” (aynı yerde, s.206). Draper’ın askeri destek verirken politik destek vermemekten kastı buydu.

Stalinist olmayan bir başka politik duruş Bob Potter tarafından, 1967’de İngiltere’de ve 1976’da ABD’de basılan The Rape of Vietnam adlı broşüründe ortaya konmaya çalışıldı. Potter İngiltere’de o zamanlar Solidarity – Dayanışma ismiyle faaliyet yürüten, Castoriadis’in kurucusu olduğu Fransa’daki Sosyalizm ya da Barbarlık hareketinin takipçisi olan bir özgürlükçü eğilimin üyesiydi. Leninizm’e ve öncücülüğe karşı çıkıyor ve sınıf mücadelesi anarşizmine yaklaşıyorlardı. Vietnam savaşını ABD emperyalizmi ile Kuzey Vietnam’ın ulusal devlet kapitalisti bürokrasisi ve UKC arasındaki bir savaş olarak görüyordu. Politik/askeri-teknik destek kavramlarını kullanmadan benzer sonuçlara varıyordu. “Hobson’un seçimi” başlıklı bir bölümde şöyle yazıyordu:

“Vietnam’da bir taraf seçmek kişinin kendini bir ya da diğer bürokratik sistemin vesayeti altına almasıdır. Feodal ve yabancı efendilerine karşı isyan eden Vietnamlı köylünün, Komünist Parti tarafından kontrol edilen UKC’ni desteklemekten başka şansı yoktur. Bu aşamada Vietnam’daki devrimcilerin UKC’ne dahil olmak ve amerikan güçlerine karşı verilen askeri mücadeleye katılmaktan başka pek bir alternatifleri yoktur. Kişi kafasının üstünde uçaklar uçar ve bombalar bırakırken ‘tarafsız’ kalamaz. (s. 15–16)

Sonra şunu ekliyordu: “Bizim için İngiltere’deki durum biraz farklıdır. Bizler savaşa askeri olarak dahil değiliz. Bir ya da diğer bürokrasiyle işbirliğine gitmek gibi bir zorunluluğumuz yok. Rus, Çin ya da Kuzey Vietnam rejimlerinin sınıfsal niteliğine dair üretilen genel mistifikasyonun bir parçası olursak, sosyalizm davasına kendi ellerimizle kötülük etmiş oluruz. Devrimci sosyalistler açık ve sürekli bir şekilde sosyalizmin işçi sınıfının politik, örgütsel ve ideolojik özerkliği demek olduğunu propaganda etmelidirler.” (s. 16)

Tüm Bunları Bugün Irak’taki Duruma Nasıl Bağlayabiliriz?

Benim açımdan önemli olan eski Troçkist formülün kullanılıp kullanılmaması değil. Göstermiş olduğum gibi, farklı insanlar aynı temel noktaları farklı kelimeler ve terimlerle ifade etmişlerdir. Örneğin aynı noktayı ifade etmenin bir başka yolu şu olabilir: Emperyalist ordu ve milliyetçilerin önderlik ettikleri güçler arasında milliyetçilerin tarafından olmalı; ancak milliyetçilerin önderlik ettikleri güçler ve işçiler arasında, işçilerin yanında olmalıyız. Farklı türden desteklerin ve farklı türden formülasyonların var olduğunu unutmamalıyız. Vurgulamaya çalıştığım temel nokta, bir yandan ezilen insanlarla dayanışma içindeyken –faşizme karşı demokratları, ya da emperyalizme karşı ezilen halkları savunurken-, diğer yandan da onların liderlerine ve o liderlerin programlarına karşı devrimci karşıtlık içinde olmanın mümkün olduğudur.

ISO ve diğerlerinin bu formülü kullanma biçimlerindeki sorun budur. Onlar bunu devrimci politikaya yönelik bir yaklaşım olarak değil, bir özür, bir örtü olarak kullanıyorlar. Önce “direnişi destekle!” sloganının propagandasını yapıyorlar. Bu slogan neredeyse herkes tarafından eleştirisiz bir politik destek olarak, feodalistlerin, Sünnilikten başka bir mezhebe yaşam şansı verme yandaşı olmayanların, şeriatçıların, kadın-düşmanlarının, sendika-düşmanlarının tarafında olmak şeklinde anlaşılıyor. Ancak biri bu noktayı sorduğunda da, “direnişin liderlerini politik olarak desteklemeyi savunmuyoruz” diyorlar, tıpkı D’Amato’dan yukarıda yapmış olduğum alıntıda olduğu gibi.

Yukarıdaki alıntılardan anlaşılması gereken, bu kavramları kullanan herkesin pozitif3 karşıtlığı da kastettiğidir. Konumuz ister Kerensky’i ye karşı General Kornilov, ya da İspanyol Cumhuriyetçilerine karşı faşist ordu, ya da UKC’ye karşı emperyalist ABD olsun alıntıladığım devrimciler, yapacakları tek şeyin Kerensky’e, burjuva cumhuriyetçilerine ya da Stalinist UKC’ye “politik destek vermemek” olduğunu söylemiyorlar. İşçi sınıfının bu düşmanlarına karşı devrimci karşıtlık içinde olacaklarını söylüyorlar. Irak halkı ve ABD ordusu arasında tarafsız olmadığını ilan etmek doğru bir şeydir. Ancak direnişin liderleri ile kadınlar, işçiler, öğrenciler ve demokratlar arasında da tarafsız olmadığını eklemek gerekir.

Bugün Irak’taki durum Vietnam’dakinden pek çok açıdan farklıdır. Vietnam’da neredeyse tüm ulus Stalinist güçlerin aktif ya da pasif bir şekilde arkasındaydı. Irak için bu durum geçerli değil. Ortada tek bir liderlik ya da örgütten söz edemeyiz. Silahlı direniş pek çok parçaya bölünmüş durumda ve açık bir programdan yoksun. Bu direniş Sünni azınlık etrafında yoğunlaşmış durumda. Şii direnişçiler olsa da, Şii çoğunluk şu an için, işgalci güçlerin belirlediği çerçeve içinde hareket eden Şii dini liderliğini izlemeye istekli görünüyor. Ülkenin çoğunluğunu oluşturan Şii saflardaki yaygın inanç, bu tutumun ABD güçlerinin çekilmesiyle sonuçlanacağı yönünde. Bu arada aşağı yukarı Sünniler kadar bir nüfusa sahip Kürt azınlık, Irak’ın geri kalanı tarafından tarihsel olarak baskı altında tutulmuş olmaktan ötürü ABD yandaşı bir konumda. Şiilerin ve Kürtlerin tutumu değişebilir ama bu yakın bir gelecekte olası gözükmüyor. Öte yandan hem işgalciler hem de direnişçiler tarafından uygulanan baskılara karşı tüm Irak’taki sendikaların örgütlenmesine yönelik önemli çalışmalar sürmekte. İşçi sınıfı henüz milliyetçi güçler tarafından tamamen bastırılmış ve sindirilmiş değil. Ayrıca örgütlenme çabasında olan bazı kadın örgütleri de bulunmakta. Bu heterojen ortam Vietnam savaşından oldukça farklı bir durum yaratıyor.

Bunlar sonucunda benim nihai önerim şu: Iraklıların işgale karşı direnme haklarını savunmalıyız ve işgalin yenilmesi gerektiğini söylemeliyiz, fakat hiçbir özel örgütü desteklememeli ve “direnişi destekle!” sloganını kullanmamalıyız.

Notlar:

1 Yazar “erken faşist” derken, Kornilov’un başında olduğu hareketin, daha faşizmin, faşizm ismiyle Franko ve Hitler liderliğindeki hareketler olarak ortaya çıkmadan, kimi faşist öğeler taşıdığını kastediyor. Ç.n.

2 ISO: International Socialist Organization: Uluslararası Sosyalist Örgütü, görece önemli, ABD üniversitelerinde belli bir güce sahip olan bir grup. “Irak direnişini destekle” sloganını kullanıyor. Ç.n.

3 Pozitif kavramının buradaki anlamı şu: “Politik destek vermemek” ile yetinmek değil, destek verilmeyen politik güce karşı aktif şekilde bir eylemlilik ortaya koymak. Kabaca negatif, bir negatifliği yani bir yokluğu, burada da bir eylemin yapılmamasını ifade ederken; pozitif, bir varlığı, burada da bir eylemin varlığını ifade ediyor.

Kaynak:

http://www.anarkismo.net/newswire.php?story_id=1016

Çeviri:

Kara Kızıl Notlar

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]