user preferences

New Events

Yunanistan / Türkiye / Kıbrıs

no event posted in the last week

Saddam'ın İdamı Ve Sonrası

category yunanistan / türkiye / kıbrıs | emperyalizm / savaş | opinion/analysis author Saturday April 07, 2007 17:32author by Zeynep Zelal - mülksüzlerauthor email mulksuzlerdergisi at gmail dot com Report this post to the editors

[mülksüzler Şubat 2007 sayısından alınmıştır.]

Tüm dünya Saddam Hüseyin’in idamını defalarca izledi, idam öncesi ve sonrası yaşananlarla ilgili her türlü detayı takip etti. İdam görüntülerine ait internette yer alan tek bir videonun sadece bir gün içerisinde 12,3 milyon kere tıklanması bize bu idamın dehşet verici ve düşündürücü boyutunu ortaya koymaya yeter. İnsanların idama olan merakı ve bunun sosyo- psikolojik etkisi bu yazının konusu olmamakla birlikte ciddi bir incelemeyi hak edecek boyutta bir etkiye sahip.

Saddam Hüseyin 1979 yılında iktidara gelmesinden 2003 yılına kadar bir çok katliam ve işkence yapmış bir diktatör. Özellikle Şiiler ve Kürtlere yapılan katliamın boyutu Saddam’ın üzerine daha fazla söz söylemeyi gereksiz kılıyor.

Bölge halklarına yıllarca zulmetmiş bir diktatörün cezasını ondan hiç aşağı kalmayan hatta katliamları ile Saddam’ın sicilinden çok daha kötü bir sicile sahip olan ABD ve işgal güçleri tarafından verilmesi ise tarihe yazılacak iki yüzlülüklere bir yenisini daha ekledi. Irak'taki ABD ordusunun sözcüsü Tümgeneral William Caldwell’in idamla ilgili yaptığı basın toplantısın da "Irak egemen bir ülke, bu Irak'ın kararı, eğer bizim bazı şeyleri farklı şekilde yapmış olabileceğimizi soruyorsanız, evet biz farklı şekilde yapardık. Ancak bu yetki bize ait değil. Bu, Irak hükümetinin kararı" demesi Irakta yaşanan işgali silikleştirmekte ve bağımsız bir Irak devletinden bahsederek ABD’yi bir nevi masum ilan etmekte. Irak hükümeti’nin ne kadar bağımsız olduğunu çok yakın bir zamanda yaşadığımız çarpıcı bir örnekle pekiştirebiliriz. Irak cumhurbaşkanı Talabani’nin daveti üzerine Irak’a gelen diplomatlar ABD tarafından gözaltına alındı. Yani bağımsız bir ülkenin cumhurbaşkanının davetiyle ülkede bulunan üst düzey bürokratlar Irak’ın iç işlerini karıştırmak için gelen provokatörler olarak nasılsa bir başka ülkenin ordusu tarafından gözaltında tutulabiliyor. ABD’nin bağımsız bir Irak hükümetinden bahsederek idamın vebalini hükümete yüklemesini ise idam kararını imzalayan başbakan Maliki’nin Şii olmasıyla ve yaratılan mezhep savaşının bir parçası olarak okumak gerekiyor.

Pek çok yerli ve yabancı basında Saddam’ın alelacele asılmasının ABD’yle işlediği ortak suçları da sır olarak arkasında bıraktığını yazmakta. Neymiş bu sırlar; Saddam’ın 8 yıl süren İran’la savaşının ABD’nin kışkırtmalarıyla başlaması mı, Halepçe’de ve Enfal’de kullanılan kimyasal ve biyolojik silahların American Type Culture firmasından, ABD Ticaret Bakanlığı'nın onayı* ile temin edilmesi mi? Saddam’ın Kuveyt’i işgal edene kadar ABD’nin en sadık uşağı olması mı? Herkesin açıkça yazdığı ve bildiği gerçekler ne zamandan beri sır oldu, yoksa kapitalizmin bize sunduğu bilgi çağının yeni bir nimeti mi bu durum. Aslında herkesin bildiği ve çarşaf çarşaf yazılan gerçeklerden sır olarak bahsedilip daha kimbilir neler oluyordur bizim aklımız bu makro politikalara ermez ya da hadi komplo teorileri ile gerçekleri bulandıralım gibi bir havamı estiriliyor. Ancak Saddam’ın idamının hızla gerçekleştirilmesinin “sırlarıyla beraber gitti” yorumu bir boyutu. Diğer bir boyutu ise idamın ABD’nin bölgede girmiş olduğu açmazı kırarak Ortadoğu da uygulayacağı yeni bir strateji ile uzun zamandır bölgede sağlayamadığı hegemonyasını güçlendirecek alanlar açması. Bu stretejinin en önemli işareti ise idam görüntülerinde izlediğimiz cellatların Şii olduklarını tüm dünyaya göstermesi.

Saddam’ın idam görüntülerinde ki ayrıntılar bölgede yaşanan iç savaşın şiddetini artıracağının habercisiydi. İdamın kurban bayramından bir gün önce gerçekleşmesi ve idam esnasında yarım kalan kelime-i şahadet’in Müslümanlar üzerinde bıraktığı etki özellikle Sünnileri derinden sarsarken diğer pek çok insan ki buna düşmanları da dâhil bu görüntülere karşı duyarsız kalamadı. Ancak idam görüntülerinin yarattığı infial ne işgal güçlerini zora soktu ne de anti emperyalist bir dalga yarattı. Zaten idam görüntülerinin sızdırılması böylesi bir senaryonun değil Irak’ta şiddetlenecek bir mezhep savaşı senaryosunun bir parçasıydı.

ŞİİLERİN ROLÜ VE MUKTEDA ES SADR

İdam görüntülerinde ki cellatların Şii lider Mukteda es Sadr’ın adını söyleyerek slogan atması bu görüntülerin en can alıcı noktasını oluşturmakta. Bölgede yaşanan mezhep gerilimleri üzerine böylesine bir sahne bölgede yaşanan Sünni Şii çatışmalarını artırmış ve Irak’taki savaşı içinden çıkılmaz bir hale sürüklemiştir. Böylesine kanlı bir oyun bölgede sadece ABD’ye ve onun çıkarlarına hizmet eder. Üstelik bu görüntülerin bir düzmece olduğunu adı söylenen kişi Mukteda es Sadr şöyle ifade etmiş; “Oradakiler parayla tutulmuş kişilerdi. Ses kayıtlarını dinlemek yeterli. Duamı okuduklarında, en önemli bölümleri atladılar. Bu hatayı Sadr mahallesindeki çocuklar dahi yapmaz.” Sünni ve Şiileri düşmanlığını sadece idam görüntüleriyle açıklamak hatalı olabilir ancak bu senaryo ile yaranın kaşındığı ve kanatıldığı da bir gerçek. Bölgede Şiiler nasıl bir dinamiği oluşturmakta?

Mukteda es Sadr kimi kaynaklara göre 60 bin kimilerine göre ise 100 bini aşkın Mehdi ordusuyla Irakta ciddi bir güç unsuru. Sadr’ın savaş karşısındaki tutumu ise şu an için işgal karşıtı gibi görünüyor. Bush’un yeni Irak stratejisini açıklamasının ardından ilk tepkilerden birini veren Sadr’dı. Hükümetten çekilen Sadr’ın tekrar hükümete girmesi için yoğun ikna turları yapıldı ve Sadr ocak ayı içinde hükümette ki bakanlarına göreve geri dönün çağrısında bulundu. Ancak Sadr’ın kukla hükümette yer almasıyla bölgedeki varolan denklemde direniş tarafından işgalcilerin tarafına geçtiğini söylemek oldukça zor. Çünkü Irak’ta ABD ordusunu Mehdi ordusuna karşı yürüttüğü operasyonlar ABD’nin Şiileri bir tehdit unsuru olarak gördüğünü göstermekte. Tabi Sadr’ın hükümete yeşil ışık yakmasıyla nasıl bir ilişkini gelişeceğini zaman gösterecek. Ayrıca Sadr’ın güçlenmesi ile İran’ın bölgedeki nüfuzunun artacak olması karşısında yapılan bütün emperyal hesaplar bozulabilir. Bölgede güçlenen Şii direnişine karşı ( Lübnan’da Hizbullah ve Irak’ta Mehdi ordusu) Sünni ittifak arayışlarının hız kazanması ve hatta yapılan açıklamalar da Şiilerin düşman ilan edilmesi Saddam’ın cellatlarının Şii bir liderin sloganını atmalarını daha anlaşılır kılıyor. Bölgede var olan direniş odaklarının arasın da yaşanan bu savaşın başka bir versiyonunu da Filistin’de görüyor olmamızda ayrıca bir değerlendirme konusu. ABD’nin bölgede kurmaya çalıştığı hegemonyasının zora girmesi ile sahneye konulan dinsel ve etnik ayrılıklar Ortadoğu’da ABD’nin hâkimiyetini ve kalıcılaşmasını kolaylaştıracak mı bunu yine bölgenin insanı ve direnişi belirleyecek. Ancak bu yapay ayrılıklar bölge halkının yaşadığı trajedileri artırmakta ve beklide nesiller boyu devam edecek nefret tohumlarını atmakta. Bölgenin sınırları kanla çizilirken onarılması zor yaralar açmakta. Peki tüm bu dökülen kanın nedeni ne?

BAKİR PAZARLARIN, PETROL VE ENERJİ KAYNAĞINMI VAR: SALDIR

Bugün ABD’nin Irak’ta giriştiği savaş’ın en aşikâr sebebi petrol. Irak dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %15’ine sahip bir ülke ve enerji geçiş hatları açısından da jeo-politik bir etkiye sahip. Irak Parlamentosundan geçirilmeye çalışılan petrol tasarısına göre, BP, Shell ve Exxon gibi dev petrol şirketleri 30 yıllık sözleşmeler ile ülke petrolünün büyük bir bölümüne el koyacak ve petrol gelirinden Iraklılara kalan çok az bölüm ise yakıp yıktıkları ülkenin imarı için yapacakları yatırımla yine sermayenin kasasına akacak. Enerji kaynaklarına sahip olmak ya da yakının da veya jeo-politik bir konumda olmak bir ülkeyi işgal etmek ya da bombalamak için yeter bir sebeb. Bunun en yakın örneğini zengin petrol yataklarına sahip Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Somali’de gördük. Tabi yine İslami terörün yuvası kılıfıyla birlikte.

ABD’nin dünya üzerinde estirdiği terörün tek nedeni elbette ki petrol değil. Bu durum aynı zamanda kapitalizmin krizleri ile de ilgili bir yayılmacı zihniyet. Sermayenin kriz dönemlerinde yeni birikim yolları yaratması ve bunu için dünyanın bütün kaynaklarını kullanmasına şimdilerde küreselleşme deniyor. Küreselleşmenin yarattığı tahribata karşı çıkılmasına da medeniyetler çatışması. Bu gün ABD’nin bölgede yarattığı denklemi çözmek için pek çok ayrıntıyı ve dinamiği incelemek gerekse de Ortadoğu’da yaşanan dramı kapitalizmin tüm dünyada yarattığı dramdan ayrı düşünmek yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. Çünkü şu anda Irak’ta Saddam’ın idamıyla hızlanan mezhep kavgaları, bölgede her geçen gün artan kutuplaşmalar ve içinden çıkılmaz bir hal alan iç hesaplaşmalar yaşanan savaşın asıl nedenini silikleştirmekte ve direnişlerin merkezi kaymakta. Aslında çıkarları bir olan ezilenler birbirilerine düşman kesilmekte. En kaba tabiriyle filler tepişirken olan alttaki çimenlere olmakta ve çimenlerde birbirine kırdırılmakta.

*Kaynak: Namık Alper Esen, "Irak ve Körfez Krizine Genel Bir Bakış", Müsiad yayınları

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]