user preferences

Neden bir “öncü parti” yerine bir anarşist örgüte ihtiyaç var

category uluslararası | anarşist hareketin | opinion/analysis author Wednesday November 01, 2006 17:24author by Wayne Price - NEFAC Report this post to the editors

Kara Kızıl Notlar Dergisi'nin Temmuz-Ağustos-Eylül 2006 Sayısından Alınmıştır.

Günümüzde devrimci anarşistler oldukça az, çoğunluk anarşizmi ve radikalizmin her türünü(tabi eğer bu konu hakkında biraz da olsa düşünüyorlarsa) reddediyor. Anarşist olanlarımız için kilit soru, devrimci azınlık (biz) ve ılımlı ve (halen) devrimci olmayan çoğunluk arasındaki ilişkidir. Devrimci azınlık, bazılarının önerdiği gibi, tarihsel sürecin yasalarının çoğunluğu (en azından işçi sınıfının çoğunluğunu) devrimcileştirmesini mi beklemeli? Bu durumda, gerçekten azınlığın bir şeyler yapmasına gerek yok. Yoksa radikallerden oluşan azınlık tarihsel sürecin gelişimiyle birlikte özgürlükçü düşüncelerini yaymak için örgütlenmeli mi? Eğer örgütlenilecekse, devrimci azınlık tepeden aşağı merkeziyetçi bir şekilde mi örgütlenmeli, yoksa özgürlük hedefiyle tutarlı bir radikal demokratik federasyon şeklinde örgütlenebilir mi?
Günümüzde soldaki en heyecan verici eğilim belki de örgütlenme ve sınıf mücadelesi yanlısı anarşizmin gelişimidir. Buna, uluslararası platformizm, Latin Amerika’daki especismo ve diğer bazı unsurlar da dâhildir (Platformizm, Anarşistlerin Genel Birliği 1926 Örgütsel Platformu’ndan ilham almıştır, Skirda 2002). Bazı Troçkistler bile “‘Platformizm’ in günümüz anarşizminin en sol akımlarından biri olduğu”nu belirtmektedirler. (International Bolshevik Tendency , 2002; s. 1)
Örgütlenme ve sınıf savaşı yanlısı anarşizme göre, anarşistler kendi doktrinleri doğrultusunda örgütlenmelidir. Bu özellikle de uluslararası işçi sınıfı ve ezilen halklar tarafından gerçekleştirilecek anti-otoriter bir toplumsal devrim programında hemfikir olanlar için geçerlidir. Bunlar, gönüllü ve (özellikle) anarşist bir birlik örgütlemelidir. Bu birlik, küçük grupların demokratik bir federasyonu şeklinde yapılanmış olmalıdır. Böyle bir örgüt, fikirlerini yaymak için politik eserler ve çalışmalar ortaya koymalıdır. Programlı ve taktiksel bir birliktelikle üyeler daha geniş, daha fazla çeşitlilik içeren birliklere, örneğin sendikalara, toplumsal örgütlenmelere, savaş karşıtı gruplara ve –eğer devrimci bir döneme ulaşıldıysa- işçi ve mahalle konseylerine katılabilir. Bu çeşit anarşist örgütler bir çeşit “parti” örgütlenmesi olmayacaktır, çünkü amaç kendileri için güç elde etmek değildir. Bunlar, devletin gücünü alarak revaçta olan örgütleri ele geçirip yönetmeye değil, fikirlerden ve yaşanmış örneklerden yola çıkarak rehberlik etmeye çalışacaktır.
Kısaca özetlediğim bu yaklaşım, iki taraftan saldırıya uğramıştır. Bir tarafta örgütlenme karşıtı anarşistler bulunur (ki bunlara bireyciler, ilkelciler ve “post-solcular” da dâhildir). Bunlar, en fazla yerel kollektifleri ve bazen de bunlar arasındaki çok gevşek bazı birlikleri (“ağ” örgütlenmelerini) kabul ederler. Örgütlenme yanlısı anarşizmi otoriter, esasen Leninist partiler kurma yolunda yeni bir girişim olmakla itham ederler. Gerçek Leninistler ise bu yaklaşımı Leninist olmadığı için kusurlu bulurlar. Leninistler tarafından yapılmış bu konudaki tek ayrıntılı çalışma (Platformism & Bolshevism, Troçkist I.B.T. tarafından, 2002), “1926 Platform Metni ve Bolşevizm arasında politik bir uçurum” olduğunu belirtir (s. 2). Buna göre, “Anarşist eleştirilerin Platformizmin özgürlükçü mirastan uzak olma derecesini çoğunlukla abartıyor” olmasına rağmen platformistler, “Bolşevikler için fazla anarşist, anarşistler için fazla ‘Bolşevik’tir” (s.3). Bu çalışmanın yazarlarının iddiasına göre, tek çözüm, Leninist merkeziyetçi öncü partiyi ve proleter diktatör devleti kucaklamaktır. Örgütlenme karşıtı anarşistler ve Leninistler radikal-demokratik, otoriter olmayan ve federatif şekilde örgütlenmiş bir devrimci örgütün mümkün olmadığı konusunda hemfikirdir.
Troçkistler, anarşist hareketlerin özgür bir toplum yaratma konusunda sürekli olarak başarısızlığa uğradığını söylemektedir. Onlara göre, başarılı olmuş devrimler, sadece Leninist tipte partiler tarafından yönlendirilmiş olanlardır. Açık olan anarşist cevap şudur ki, bu gibi Leninist “başarılar”, on milyonlarca işçi ve köylüyü katletmiş korkunç totaliter devletlerle sonuçlanmıştır. Anarşistler, kapitalizmi böyle bir “başarı”yla sonuçlanmayacak şekilde yıkmayı hedefler. (Ayrıca, Leninizmin tüm çeşitleri, Marx’ın ve Lenin’in ana amacı olan emperyalist sanayi devletlerindeki işçi sınıfı devrimleri konusunda tamamen başarısız olmuştur.) Yine de, şu soru halen geçerlidir: Anarşizm, hata ve yenilgilerden oluşan tarihinin tekrarlanmasını nasıl engelleyebilir? Stalinist devletler kurmadan dünya kapitalizmini nasıl alaşağı edeceğiz? Örgütlenme yanlısı anarşizm, tam da bu soruna bir çözüm bulmak amacıyla geliştirilmiştir.
Anarşistler arasında olduğu gibi, özgürlükçü (veya otonomist) Marxistler arasında da örgütlenme konusunda fikir ayrılıkları bulunmaktadır. Bu konu, C.L.R. James ve Raya Dunayevskaya arasındaki fikir ayrılığının da önemli sebeplerinden biriydi. Konsey Komünizmi hareketinde de farklı teorisyenler bu konuda farklı bakış açıları geliştirmişti. 2. Dünya Savaşı sonrası Fransa’sındaki Socialisme ou Barbarie grubunda da örgütlenme yanlısı tutum sergileyen Cornelius Castoriadis ile örgütlenme karşıtı tutum alan Claude Lefort arasında bir ayrılık söz konusuydu. S. ou B.’nin düşüncelerini paylaşan Solidarity’deki İngiliz düşünürler, örgütlenme yanlısı bir duruş sergilediler.
Bu yazının devamında, politik örgütlenme hakkındaki anarşist argümanları, anarşist-sendikalistler ve anarşist-komünistler arasındaki tarihi tartışmayı da kapsayacak şekilde ele alacağım. Daha sonra Leninist partinin anarşist eleştirisini gözden geçireceğim. Devrim için Leninist partinin gerekliliğinin aslında bir mit olduğunu göstermek için Rus devrimini ele alacağım. Bolşevik Parti, Rus devrimini, Bolşevikler’in büyük ölçüde anarşist bir federasyon olduğu bir dönemde yönlendirdi.

Anarşist devrimci politik örgüt

Birçok anarşist, devrimin ancak halkın çoğunluğunun otoriter bir toplumun değersizliğini anlayınca gerçekleşeceğini düşünüyor. Hep birlikte, tek bir kişi gibi, bir anda, yabancılaştıklarını fark edecek, ayaklanacak ve toplumlarını geri alacaklar. Bu görüş zaman zaman “kendiliğindencilik” olarak da adlandırılmaktadır. Ne yazık ki işler bu şekilde yürümüyor. Genellikle, halk heterojen bir şekilde radikalleşir. Muhafazakârlığın arttığı dönemlerde, kişiler birer ikişer devrimci olur, durum biraz daha radikalleştiğinde ise gruplar ve kümeler halinde. Daha sonra, bir radikalleşme süreciyle beraber, toplum tabakalar halinde devrimcileşmeye başlar. Son olarak, ayaklanma dönemlerinde, tüm halk birden ayaklanır. Ancak, yeni radikalleşen insanların çoğu, hedefleri ve stratejileri hakkında sistemli düşüncelere sahip değildir. Enerji dolu olabilirler, ancak fikirlerini tecrübe yoluyla düzenleyinceye kadar, kararsız ve kafa karışıklığı içindedirler. Bu dönemlerde, bu kişilerin reformistler tarafından eski yöntemlere yönlendirilmeleri veya otoriter grupların yeni yöneticiler ortaya çıkartması çok kolaydır. Avrupa ve 3. Dünya’da meydana gelen İkinci Dünya Savaşı sonrası devrimlerin kederli tarihi bu durumu açıkça ispatlamaktadır. Daha yakın bir zamanda ise Ayetullah’ı başa geçiren İran devriminin iç açıcı olmayan sonuçlarını veya toplu ayaklanmaların ancak biraz daha sol bir kapitalist rejim ürettiği Arjantin örneğini de gördük (ancak Arjantin ve Latin Amerika’nın geri kalanındaki mücadeleler sona ermiş değil).
Emekçi sınıfın çeşitli grup ve tabakaları ve diğer toplumsal kesimler radikalleştikçe, fikirlerini (henüz radikalleşmemiş) halk arasında daha etkin şekilde yaymak için örgütlenme fırsatı bulurlar. Bu, tüm ezilen halkın öz-örgütlenmesini yadsımaz, bu öz-örgütlülüğün bir parçasıdır.
Birçok grup, reformist veya devrimci yeni bir liderlikle otoriter bir çizgide örgütlenme yoluna gidecektir. Bildiğimiz tek yol otoriterlik olduğundan, bu beklenmedik bir durum değildir. Ancak bazılarının özgürlükçü, eşitlikçi ve işbirliğine dayalı bir şekilde örgütlenmesi, yani anarşist veya diğer otorite karşıtı görüşlerin benimsenmesi olasılığı da vardır. Eğer işçi devrimlerinin felaketlerle dolu yenilgilerinden oluşan tarihini tekrar etmek istemiyorsak, bu yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Politik bir örgüt otorite karşıtlarına birbirleriyle konuşma, birbirlerini eğitme, teori, taktik ve stratejilerini geliştirme, içinde bulunan durumu analiz etme ve yapılması gerekenleri belirleme, sosyalist bir toplumun ne şekilde yapılanması gerektiğine dair görüşlerini oluşturma olanağını sağlar. Başkalarından öğrendiklerini ve birbirlerine ne verebileceklerini tartışabilirler. Ayrıca, bir örgütün parçası olma, kişiyi toplumun geri kalanının muhafazakârlaştırıcı veya moral bozucu etkilerinden de koruyacaktır. Anarşist Paul Goodman’ın da dediği gibi: “Benzer görüşteki iki yüz kişiden bir topluluk oluşturmak, şehrin geri kalanının kaçık olmasına rağmen, kişinin kendisinin aklının başında olduğunu bilmesi için yeterlidir.”(1962; s.17)
Burada esas sorun, devrimci çıkarımlar elde etmiş azınlık ve genellikle –devrim dönemleri hariç- devrimci olmayan çoğunluk arasındaki ilişkidir. (Çoğunluğun devrimci olması zaten tanımı gereği bir dönemi devrimci yapan şeydir!) Kendiliğindenci ve örgütlenme karşıtı anarşistler, bunu bir sorun olarak görmezler; hatta varlığını inkâr ederler. Bu gruplara göre, devrimci bir azınlığın varlığından bahsetmek bile otoriter bir tutumdur. Bunlar, bir inkâr dünyasında yaşamaktadırlar. Otoriterliğin tehlikeleriyle başa çıkmanın tek yolu, otoriterliğin, devrimci azınlık ve çoğunluk arasındaki bölünmeden ortaya çıkacağını kabul etmektir. Örgütlenme yanlısı anarşizm, bu bölünmeyle mücadele etmenin, pratiğe dayalı bir politika ile bunun üstesinden gelmenin bir yoludur ve bu yol Leninizm’den farklıdıdır.
Devrimci bir anarşist federasyonun, daha geniş kitle örgütleri arasında iç içe geçmiş iki sorumluluğu vardır. Bunlardan ilki, durmaksızın ortaya çıkacak olan otoriter örgütlerle mücadele etmektir: Stalinistler, sosyal demokratlar, liberaller, faşistler vs. Bunların hepsi, işçilerin öz-güveninin ve halk inisiyatifinin altını oymaya çalışacaktır. Biz, bu gruplarla tartışmalı, mücadele etmeli ve işçilerin, kadınların, etnik ve milli azınlıkların, vs. kendilerine güvenmeleri, kendi güçlerini meydana çıkarmaları ve yukardan gelecek bir kurtarıcı beklemek yerine kendilerini ortaya koymaları için cesaretlendirmeliyiz.
Bununla iç içe geçmiş olan diğer sorumluluk ise bizim yolumuzda ilerleyen tüm diğer bireyler ve gruplar ile mümkün olduğunca ortaklıklar kurmaktır. Kimse tüm cevapları bilemez, örneğin, geniş Kuzey Amerika halkı içerisinde, tek bir (“öncü”) örgütün en iyi militanların ve en doğru fikirlerin hepsine birden sahip olması olanaksızdır. Devrimci anarşistler, otorite karşıtı tutumu olan tüm gruplarla birleşik cepheler oluşturmaya hazırlıklı olmalıdırlar.
Bu konular, 1907’de Amsterdam’da toplanan Anarşist Kongre’de de ele alındı. Kongreye Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika ve tüm diğer yerlerden yaklaşık 80 anarşist katıldı ki bunlara Emma Goldman gibi o zamanın önde gelen isimleri de dâhildir. Tartışılan diğer konuların yanı sıra, Pierre Monatte, bir Fransız anarşist sendikalist, anarşistleri sendikalara katılmaya, bunların kurulmasına ve yapılanmasına yardımcı olmaya çağırdı. Ona göre bu, anarşistlerin kendi küçük ve yalıtılmış çemberlerinden, anlamsız isyanlardan ve (az sayıda kişi için) terörizmden kurtulmasının tek yoluydu. Bu, anarşistlerin işçilerle ilişki kurmasını ve hayatlarında ve mücadelelerinde yer almasını sağlayacak bir çözümdü.
Monatte’ye karşı çıkan, İtalyan anarşist komünist Errico Malatesta oldu. (Tüm bu etiketler şaşırtıcı olabilir, zira anarşist sendikalistler amaçlarının anarşist komünizm olduğunu belirtirken, anarşist komünistler de sendikaların değerli olduğu kabul ederler.) Malatesta, anarşistlerin sendikalara katılmasının önemli olduğunu kabul etti, ancak üstü kapalı bir şekilde ima edilen anarşistlerin sendikalar içinde erime tarzına karşı. Bunun tehlikeli olduğuna dair uyarıda bulundu, çünkü sendikalar, doğaları gereği farklı bilinç düzeylerindeki işçileri; anarşistleri olduğu kadar muhafazakârları ve devletçi sosyalistleri de kendilerine çekmek durumundaydı. Bunun yanı sıra sendikaların görevi, devrimci bir durum ortaya çıkmadıkça daha iyi çalışma koşulları ve ücret için kapitalizmle anlaşma sağlamaktı. Yani sendikalar hem üyelerinin çoğunun muhafazakâr tutumu, hem de kapitalist pazarın pratik zorunluluklarına uyum sağlamak zorundaydı. Malatesta ve kendisi gibi düşünenler, buradan hareketle anarşistlerin, anarşist fikirler için savaşabilmek amacıyla anarşist örgütlerde örgütlenmeleri gerektiği sonucuna vardılar. Böylece sendikaların içinde ve dışında, sadece sendikal konularda değil, her türden ezilmeye karşı mücadele verebileceklerdi.
(Dikkate değer bir şekilde, Lenin’in “Ne Yapmalı?” adlı eserinde özetlenen “Ekonomistler” – yalnızca sendikal örgütlenmeye yoğunlaşmak isteyen Marksistler- ile arasındaki tartışmasını birçok solcu bilir. Ancak büyük ölçüde aynı konuyu ele alan Malatesta-Monatte tartışmasından hiç haberdar değillerdir. Bu nedenle I.B.T. Troçkistleri şaşırarak şunu belirtiyorlar: “Platformistlerin sicilinde demokratik hakları korumak ve genişletmek amaçlı mücadeleler var… Bu da kapitalist devletin işleyişine dair görece sofistike ve Lenin’in “Ne Yapmalı”sı ile uyumlu bir kavrayışı gösteriyor.”[2002, s.14])
Monatte, anarşistlerin sendikalara katılmasının önemi konusunda haklıydı. Bu yolla, anarşistler yalıtılmışlıklarını kırdılar ve işçiler ile diğer ezilen kesimler arasında büyük bir etki yarattılar. Ancak Malatesta da haklıydı. Bir zamanların militan Fransız sendikaları (CGT) gitgide muhafazakârlaştı, üst seviyedeki yöneticilerin eski anarşizm anlayışlarından geriye kalan tek şey, sendikaları sosyalist partilerden ayrı tutma isteği oldu. Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Fransız sendikaları savaştan ve hükümetten yana tavır aldı, bunun üzerine Monatte sendika bürokrasisine ve onun emperyalizm yanlısı tavrına karşı tutum aldı.
İspanyol anarşist sendikalistleri, Fransa’da olanların farkındaydı ve İspanyol sendikalarında da (CNT) benzer eğilimler gördüler. Fransız anarşist sendikalistlerinin aksine, İspanyollar CNT içinde bir anarşist federasyonda, FAI’de ayrıca örgütlendiler. Reformist bürokratik akımı (ve daha sonra da komünistleri) geriletmeyi başardılar. Sonuç olarak, hataları ne olursa olsun, FAI bu alanda örgütlenme yanlısı anarşistler için bir örnek olarak önemini sürdürmektedir.

Leninist Parti

Bilindiği üzere, parti kavramı Leninizm’in anahtarıdır. Bu, birçok farklı şekilde ifadesini bulmuştur. Troçkizm’in (bir tür Leninizm) temel metni olan Troçki’nin 1938’de kaleme aldığı “Geçiş Programı”nın [4. Enternasyonal Geçiş Programı] ilk cümlesi –ve temel kavramı- şudur: “Bir bütün olarak dünyanın politik durumunun temel belirleyeni, proletarya önderliğinin içinde bulunduğu tarihsel krizdir.” (1977, s.111) Yani, esas sorun işçi kitlelerinin muhafazakârlığı değildir, çünkü işçiler ve ezilenler o dönemde zaman zaman kapitalizme karşı ayaklanmışlardır. Sorun sosyal demokratların, liberallerin, Stalinistlerin ve milliyetçilerin, yerleşik ve saygı gören önderler olmalarıdır. Bu seçkinciler, işçileri bildik ezen ezilen ilişkisinin farklı bir biçimine yönlendirirler. Bu durumda gereken, teoride ve pratikte devrimci bir programa bağlı, işçilerin ve ezilenlerin çoğunluğunun desteğini kazanabilecek bir parti ve yeni bir liderlik inşa etmektir.
Bu tutumun olumlu yanı, devrimci azınlığa, devrimin başarısızlığından dolayı işçileri suçlamamalarını söylemesidir. Bu durum, çoğu işçinin devrimci bilince sahip olmaması sorununu yadsımaz. Ancak, çoğunluğun “gericiliğinden” dolayı sızlanıp durmak, işçilerin gücünü romantik bir şekilde yüceltmek kadar anlamsızdır. Kapitalizmin zayıflaması işçi sınıfını tekrar tekrar başkaldırmaya itecektir. Devrimci azınlığın görevi ise kendi teorisini, analizlerini, stratejisini, taktiklerini ve güncel pratiğini geliştirmektir.
Bu tip bir liderlik kavrayışının dezavantajı ise, bütün önemi liderliğe atfetmesidir. Görev, kötü liderleri iyi liderlerle, kötü partileri iyi partiyle –doğru fikirlere sahip partiyle- değiştirmeye dönüşür. Yapmaları gerekenin insanları kışkırtmak, kendilerine güvenlerini ve bağımsızlıklarını teşvik etmeye yoğunlaşmaktansa, doğru liderliği başa geçirmek olduğu çıkarımına varırlar. Ve en kötüsü parti, işçi sınıfının yerini almaya başlar.
Leninistler partilerini “demokratik merkeziyetçilikle” işleyen bir örgüt olarak görür. Bu örgütlenme, Leninistlerin merkezi bir devlet tarafından yönetilen merkezi ekonomi olarak algıladıkları sosyalizm kavrayışlarına dayanır. Merkezi bir parti, bu duruma ulaşmak ve ulaştığında da merkezi devletçi bir ekonomiyi yürütmekle yükümlüdür. Teoride devlet ve parti (bir gün) “sönümlenecektir”, ancak ekonomi halen merkezi kalacaktır –hem de dünya ölçeğinde. Tam da bu fikir, bürokratik bir kâbustur.
“Merkezileşme” sadece eşgüdüm, bir araya geliş veya iş birliği demek değildir. Merkezileşme (“demokratik” veya başka türlü) her şeyin tek bir merkezden yürütülmesi anlamına gelir. Yetki bir azınlığın elindedir. Paul Goodman’ın dediği gibi: “Merkezi bir kuruluşta… otorite yukarıdan aşağıyadır. Bilgi aşağıdan toplanır ve yukarıdakilerin kullanabileceği şekilde işlenir; kararlar karargahlarda alınır ve politika, takvim ve standart işlemler emir-komuta zinciri içerisinde aşağıya iletilir… Sistem orduları disipline etmek, kayıtları tutmak, vergileri toplamak ve bürokratik işlemleri yerine getirmek ve … seri üretim için tasarlanmıştır.” (1977, s. 3,4) Bu, kapitalist toplumun temel modelidir ve Leninist parti bunu aynen muhafaza eder. Bu, embriyo halindeki kapitalist devlettir, sermaye/emek ilişkisinin pratikteki halidir.
Anarşist federasyonda da bir ölçüde “merkeziyet” söz konusudur, bu da tüm üyelerin belirli organlara ve bireylere bazı görevler vermesiyle olur. Bu merkezi gruplar seçilmiştir ve her an geri çağrılabilir ve üyeler arasında görev değişimi(rotasyon) vardır. Tanımsal olarak, bir federasyon merkeziyetçiliği ademi merkeziyetçilikle dengeler: Anarşistler arasında, sadece ihtiyaç duyulduğu kadar merkeziyetçilik ve azami oranda ademi merkeziyetçilik.
Leninistler arasında, merkezi parti felsefi olarak meşrulaştırılır. Partinin, gerçeği yani “bilimsel sosyalizmi” bildiği kabul edilir. Parti, proleter bilincin vücut bulmuş hali olarak algılanır. Proleter bilinç, proletaryanın gerçekten inandığı değil inanması gerekendir ve bu bilinci kesin olarak sadece parti bilebilir. Bu yüzden parti, sabit bir merkezi liderlikle merkezileştirilmelidir. Bu, “akıl sahibi insanın yükünü” omuzlarından alacaktır (Landy, 1990, s. 5). Parti –veya partinin tepesindeki lider kadro- “öncü”dür.
Asıl mesele kavramlar olduğu için, sözcüklerin tanımı üzerinde durmak istemiyorum. “Öncü” sözcüğünü kendilerini tanımlamak için kullanan anarşistler de olmuştur. Bu terimi, kendilerinin politik düşüncenin keskin köşesinde bulunduklarını, en uç devrimciler olduklarını, solun da solu olduklarını ifade etmek için kullanmışlardır. “Öncü” sözcüğünü sanatçıların Fransızca “avant-garde” terimini kullandıkları şekilde, yeni fikirlerin ön cephesinde yer alanları tanımlamak için kullanmışlardır. Ancak, “öncü”, artık sadece kendilerine has fikirleri olan bir grubu, devrimci azınlığı değil, bütün cevapların kendilerinde olduğunu ve bu yüzden diğerlerine hükmetme hakkına sahip olduklarını düşünenleri tanımlamaktadır. Anarşistlerin reddettiği de budur.
Örneğin, I.B.T. broşürü, Bolşeviklerin erken dönem Sovyetler Birliği’nde (Lenin ve Troçki döneminde) tek parti diktatörlüğünü muhafaza etmekte haklı olduklarını söyler. Onlara göre, bu tutum, artık –köylülerin çoğunluğu bir kenara- işçilerin çoğunluğu dahi desteğini çekmiş olsa da doğrudur. Çünkü eğer sovyetlere serbest söz hakkı verilseydi, işçiler ve köylüler, Sol Sosyal Devrimcileri (popülistler), Menşevikleri (reformcu sosyalistler) veya anarşistleri seçerek Bolşevikleri devre dışı bırakabilirdi. Bunlar da kapitalizme teslim olarak proto-faşizmin yükselişine meydan verirdi. Bunlar doğru olsa da olmasa da, Troçkistler parti insanlar için en iyisinin ne olduğunu hep bildiği için, bir azınlık partisi diktatörlüğünü haklı bulurlar. Ancak, bu yöntem sosyalizmi değil Stalinizmi, parti üzerinden karşı devrimi getirmiştir. Stalinizm en az Nazizm kadar kanlı bir totaliter rejimdi. I.B.T. broşürüne göre, 1924’e gelindiğinde, 1917’den oldukça kısa bir süre sonra, Bolşevik parti devrimcilikten uzaklaşmıştı. Bu yüzden ben, Bolşevikler’in devre dışı kalma ihtimalleri olsa bile sovyetlerin devrimci demokrasisine bağlı kalmalarının daha iyi olacağı sonucuna varıyorum. Hiçbir şey, bu olanlardan daha kötü olamazdı.

Bolşevik devrimi miti

Genellikle Rus devriminin, merkezi, tepeden-aşağı örgütlenmiş, Bolşevik tipi bir öncü partinin gerekliliğini kanıtladığına ve bu tipte bir parti olmaksızın sosyalist devrimin olamayacağına inanılır. Bugün de bu tip bir parti kurmak gerektiği belirtilir. Bu iddia büyük ölçüde mitolojiktir.
Lenin, Avrupa’da sürgündeyken, merkezi yapıda profesyonel bir kadro kurmuştu, ancak bunlar Rus İmparatorluğu’ndaki Marksist hareketin tabanı üzerinde tam bir kontrole sahip değillerdi. Sosyalist hareket, çarlık rejiminin baskısından ve en bilinen örneği Bolşevik-Menşevik zıtlaşması olan iç hizipleşmeden etkilenmişti. Murray Bookchin bu durumu şöyle özetliyor: “Bolşevik Parti … devrime öncülük eden yıllarda önemli bir süre boyunca illegal bir örgüttü. Parti sürekli parçalanıp yeniden kuruldu, bu da gücü ele geçirene kadar asla tam olarak merkezi, bürokratik ve hiyerarşik bir makine haline gelmemesi sonucunu doğurdu. Üstüne üstlük, hizipler tarafından iç savaşa sürüklendi. ” (1986, s. 220)
Benzer noktalara Marx ve Lenin konusunda bir otorite olan Hal Draper da değiniyor: “... Bir kitle partisi için gerekli olan hazırlıklar Rusya’da sektler biçiminde değil gevşek biçimde örgütlenmiş ve yine gevşek bölgesel birlikler olarak kurulmuş yerel işçi çevreleri biçiminde yapıldı… Rusya’daki üye örgütlenmeleri, Bolşeviklere veya Menşeviklere sempatiyle yaklaşan veya desteğini zaman zaman birinden diğerine kaydırabilen yerel veya bölgesel gruplardı. Her ‘parti kongresi’ veya konferansı yapıldığında, parti içindeki her grup bunlardan hangisine katılacağına ya da ikisine birden katılmaya karar verirdi… Rusya’daki parti üyesi bireyler veya gruplar, Lenin’in bildirisini dağıtmayı, Menşeviklere katılmayı veya ikisinin de dışında kalmayı seçebilirlerdi – ki birçoğu Troçki’nin Viyana’da ortaya koyduğu “hizipçi olmayan” bir organı tercih ediyordu veya çalışmalarında Bolşeviklerin yayınlarından olumlu bulduklarının yanı sıra Menşeviklerinkilerden olumlu bulduklarını serbestçe bir arada kullanmayı seçiyordu. ” (1971, s. 7-8)
Bolşeviklerin kapitalist yönetimin tasfiyesindeki rolü Alexander Radinowitch tarafından dikkatle araştırılmıştır (1976, 1991). Radinowitch, Bolşevik aktivistlerin hatıralarını ve dönemin Bolşevik gazetelerini inceleyerek şu sonuca ulaşmıştır: “… Bolşevik Parti’nin 1917’deki yekpare bütünlüğü ve ‘demir disiplini’ büyük ölçüde bir mitti…” (1991, s. viii-ix) Partinin Merkez Komitesi çok sayıdaki bölgesel ve yerel örgütü kontrol edemiyordu, genelde kontrol etmeye de çalışmıyordu. İki çok önemli şehir olan Petrograd ve Moskova’daki merkezi yerellerde bile kendi bildirilerini yayınlayan ve kendi öncelikli politikalarını oluşturan özerk Bolşevik gruplar vardı. Merkez Komite’de, bazen parti disiplinin reddi boyutuna varacak şekilde kendi görüşleri için mücadele eden iradeli militanlar bulunuyordu. Bu esnada parti, on binlerce yeni işçinin üyeliğine açılmıştı ve bu da örgütte hatırı sayılır bir çalkalanmaya yol açmıştı. Lenin Rusya’ya döndüğünde, Eski Bolşeviklerin muhafazakar politikalarını değiştirmek için bu yeni tabana güveniyordu. Rabinowitz bu “merkezi olmayan ve disiplinsiz” (s. ix) kesimlerin bazı sorunlar yaratmalarına rağmen oldukça faydalı oldukları sonucuna varıyor. “… Bolşeviklerin örgütsel esnekliği, görece açıklıkları ve uyumları ilerde … partinin gücü ve iktidarı ele geçirilebilmesi için önemli bir kaynak olacaktı.” (1991, s. xi)
Merkezi ve yekpare bir parti yapısının oluşturulması, devrimden sonra karşı devrimci beyaz orduya karşı verilen iç savaş sırasında ortaya çıktı. 1921’de iç savaş sona erdiğinde, daha fazla işçi sınıfı demokrasisi için mücadele veren iki hareket, Kronstadt’taki isyan ve parti içi muhalefet bastırıldı. Lenin, Bolşevikleri (yeni adıyla Komünist Parti’yi) tüm iç komiteleri ve hizipleri yasaklamaya ikna etti (Troçki de bunda hemfikirdi). “Bolşevikler, partilerini işçi sınıfından yalıtacak derecede merkezileştirme eğilimindeydiler.” (Bookchin, 1986, s. 221) Parti, Stalin’in 1924’teki zaferiyle daha da bürokratik ve baskıcı bir biçim aldı.
Bolşevikler Rus devrimini gerçekleştirdiklerinde, parti daha çok anarşist bir federasyonu andırıyordu! Merkezi, yekpare parti, devrimin değil karşı devrimin partisiydi. Çin, Vietnam, Yugoslav ve Kuzey Kore devrimlerini gerçekleştiren otoriter Leninist partiler, Stalinist Sovyetler Birliği’nin partisini model almışlardır. Mao ve diğerleri, benzer bir devlet-kapitalisti, totaliter bir rejim yaratacak bir parti amaçlamışlardır.
Alışılmış Rus devrimi ve Bolşevik Parti tablosunun mitolojik yönlerinden biri de hükümeti Bolşevikler’in tek başına yenilgiye uğratmış olduğu yaklaşımıdır. Bu doğru değildir. İktidara el koyan; Bolşevik Parti, Sol Sosyal Devrimci Parti ve anarşistlerden oluşan birleşik cepheydi. Bolşevikler diğer iki grubun zayıflığı nedeniyle burada önder rolü oynamışlardır, ancak iktidarı almayı tek başına gerçekleştirmeleri mümkün değildi. Sol Sosyal Devrimciler (veya sol SDler) özgürlükçü sosyalist bir programla Rus köylü popülizminin mirasçılarıydı. Bolşeviklerden farklı olarak, köylülerden destek görmekteydiler. Onların zayıflığı ise, ancak 1917’de ayrıldıkları SD partinin sağ kanadıyla aralarındaki bağlarıydı. Anarşistlerse önemli şehirlerde ve birçok sanayi kolunda aktifti. Anarşist sendikalistler, fabrika konseyleri oluşturmada önemli rol oynuyorlardı. Ancak ne yazık ki anarşistler, birçok farklı eğilim arasında parçalanmış durumdaydı ve politik partilerde örgütlenmemişlerdi. (Anarşist sendikalistler, ayrı bir gazete çıkararak görüşlerini belirli bir yaygınlığa ulaştırmış olmaları bakımından anarşist komünistlere oranla daha iyi örgütlenmiş görünüyorlar.)
Sol SDler ve anarşistler, Bolşeviklerle burjuva hükümeti yıkmak ve yerine sovyetleri getirmek konusunda anlaşmaya vardılar. Hepsi Troçki tarafından yönetilen askeri komitede işbirliğine giderek hükümetin yenilgiye uğratılmasında rol aldı. Sonrasında Sol SDler, sovyetlerde Bolşeviklerle birleşik bir hükümet kurdu. Anarşistlerse sovyetlerde yer aldı ve genellikle Sol SD-Bolşevik politikalarına destek verdi. Bu birleşik cephenin sonu ise komünistlerin tek parti diktatörlüğüne doğru atılmış büyük bir adım oldu. (Bu durumun nasıl ortaya çıktığını bu noktada ele almak karışıklık yaratacaktır.) 1921’de Lenin ve Troçki Komünist Parti içindeki komiteleri yasadışı ilan ettiler ve sosyalizme destek verme konusunda ne kadar istekli olurlarsa olsunlar, diğer tüm partilerin de yasadışı ilan edilmesini sağladılar. Böylece yekpare, merkezi bir tek parti diktatörlüğü, Stalin tarafından bu yapıyı kesinleştirmek için atılacak bazı adımlar dışında ana hatlarıyla yaratılmıştı. Ancak devrim bu şekilde yapılmadı.

Sonuç

Anarşizm, kazanımları ne olursa olsun, özgür işbirliğine dayanan bir toplum yaratma konusunda tekrar tekrar başarısız olmuştur. Anarşistlerin etkili oldukları devrimler ya başarısız olmuş, ya da devletçiler tarafından sahiplenilerek “başarılı” olmuştur. Günümüzde anarşizm, dünya çapında yeniden yükselişe geçmiştir. Militanların büyük bir kısmı, anarşizm tarihinde Malatesta, Platformistler, FAI ve especifista’ların vurguladığı örgütlenme ve sınıf mücadelesi yanlısı eğilime yüzlerini dönmüşlerdir. Bazılarımız da otonomist Marksizm içindeki örgütlenme yanlısı eğilimle ilgilenmektedir. Biz, işçi sınıfı ve tüm diğer ezilenler tarafından yapılacak uluslar arası bir devrim programı çerçevesinde örgütlenmiş demokratik federasyonlardan yanayız. Örgütlenme karşıtı anarşistler bunu Leninist tipte partiler yaratma çabası olmakla itham etmektedirler ve hedefleri ne olursa olsun, kapitalizme ve devlete karşı örgütlenmeye sıcak bakmamaktadırlar.
Bu sırada Leninistler, devletleşmiş kapitalizmin merkeziyetçi, yöneten/yönetilen ayrımını içinde barındıran parti yapısını yeniden yaratan partiler kurmaktadırlar. Rus devriminin kazanılışına dair otoriter ve yanlış bir okumanın propagandasını yapmaktadırlar. Ancak biz, işçi sınıfının ve ezilenlerin kurtuluşunun, işçilerin ve ezilenlerin kendi görevleri olduğuna hala inanıyoruz. Devrimci anarşist federasyonlar oluşturulmasının, ezilenlerin ve kapitalizm tarafından sömürülenlerin öz örgütlülüğünün bir parçası olduğuna inanıyoruz. Bu öz-örgütlenme, insanlığın kurtuluşunun anahtarıdır.

Kaynaklar
Bookchin, Murray (1986). Post-scarcity anarchism, 2nd ed. Montreal: Black Rose Books.
Draper, Hal (1971; photocopied, undated). “Toward a New Beginning.” (Yeni bir başlangıca doğru) Reorient Papers No. 3.
Goodman, Paul (1962). Drawing the line; A pamphlet. NY: Random House.
Goodman, Paul (1965). People or personnel, Decentralizing and the mixed system (Halk veya Görevli, Merkezsizleşme ve karma sistem). NY: Random House.
International Bolshevik Tendency (2002). Platformism and Bolshevism. I.B.T. pamphlet (Platformizm ve Bolşevizm, Uluslararası Bolşevik Eğilim I.B.T. broşürü).
Landy, Sy (1990). Foreword. In Walter Daum. The life and death of Stalinism (Stalinizm’in ömrü ve ölümü). NY: Socialist Voice Publishing. Pp. 3--6.
Rabinowitch, Alexander (1976). The Bolsheviks come to power; The revolution of 1917 in Petrograd (Petrograd 1917 devrimi). NY: W.W. Norton.
Rabinowitch, Alexander (1991). Prelude to revolution: The Petrograd Bolsheviks and the July 1917 uprising (Petrograd Bolşevikleri ve Temmuz 1917 ayaklanması). Bloomington: Indiana University Press.
Skirda, Alexandre (2002). Facing the enemy (Düşmanla yüzleşmek). (P.Sharkey trans.). Oakland, CA: AK Press.
Trotsky, Leon (1977). Sosyal devrim için geçiş programı. NY: Pathfinder Press.

Çeviren Notları:
[1] International Bolshevik Tendency (IBT): Uluslararası Bolşevik Eğilim. Uluslararası troçkist örgütlenme. A.B.D. ve Kanada’daki Uluslararası Spartakist Eğilim grubunun eski üyeleri tarafından kurulmuştur ancak hali hazırda aralarında fazla eski U.S.E. üyesi kalmamıştır. “1917” adında bir de yayınları vardır.

Related Link: http://www.anarsistkomunizm.org/kkn/index.php?option=com_content&task=category§ionid=1&id=26&Itemid=38
This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]