user preferences

Recent articles by Gülnür Acar-Savran
This author has not submitted any other articles.
Recent Articles about Uluslararası Cinsiyet

Για τον Άνθρω&#... Dec 09 22 by Joseph Déjacque

Σούλα Μαρινο ... May 23 22 by Γιώργος Λαουτάρης

Il vecchio mondo opprime le donne. La loro forza lo distruggerà! Mar 09 22 by Varie organizzazioni anarchiche

Gülnür Acar-Savran'la Röportaj

category uluslararası | cinsiyet | interview author Wednesday November 01, 2006 16:41author by Gülnür Acar-Savran Report this post to the editors

Kara Kızıl Notlar Dergisi'nin Temmuz-Ağustos-Eylül 2006 Sayısından Alınmıştır.

Türkiye’de sosyalist feminizm’i savunan en bilinen kişilerden biri olan Gülnur Acar Savran 1976 yılından başlayarak asistan olarak çalıştığı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki görevinden YÖK Yasası’nın çıkmasıyla birlikte istifa etti. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde iki dönem, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde ise üç dönem ders veren Savran pek çok kitap ve makaleye imza attı. 1988-1990 yıllarında Türkiye'deki ilk sosyalist feminist dergi olan Kaktüs ve daha sonraki yıllarda da Pazartesi dergisi’nde yazılar yazdı. röportajını sosyalist feministlerin çeşitli konulara yaklaşımlarını ve özellikle radikal feminist Chistine Delphy ile ayrışım noktalarını özetleyen Pazartesi dergisi’de Şubat 2005’de yayınlanan röportajı tekrar yayınlıyoruz. Feminizm içindeki ayrışma noktalarına görmek açısında açıcı olan bu röportajın tartışmalara katkısın olacağını umuyoruz.

Pazartesi- Kadınların ezilmesini nasıl tanımlıyorsunuz? Daha doğrusu kadınları ezen kim? Sistem mi? Hangi sistem? Kapitalizm mi, ayrımcılık mı yoksa?

Gülnur Acar-Savran- Tabii ki kadınları ezen, baskı uygulayan, şiddet uygulayan, sömüren erkekler. Fakat bunu söyleyip burada duramayız diye düşünüyorum. Çünkü bir toplumsal tahlil yapmak ve buradan politik bir perspektif çıkarmak için, bu erkeklerin toplumsal konumlarını belirlemek gerekiyor. Bugün, kadınları patriarkal kapitalizm ya da kapitalist patriarka içinde konumlanmış, belirli toplumsal ilişkiler İçinde yer alan erkekler eziyor. Ve bu toplumsal ilişkileri ifade eden de benim açımdan, patriarkal kapitalizm ya da kapitalist patriarka. Kadınlar ve erkekler bir egemenlik ilişkisi içinde tanımlanmış iki toplumsal grup oluşturuyor. Bu toplumsal gruplardan biri egemen, erkekler, diğeri de ezilen toplumsal grup, yani kadınlar. Egemen olan erkekler, kadınların emeğine, kimliğine, bedenine el koyuyor; kadınların bedenini, emeğini, kimliğini denetliyor. Egemen olan toplumsal grubun mensupları, yani erkekler bu egemenlikten çeşitli çıkarlar sağlıyor; çok somut, maddi çıkarlar... Hem kapitalist patriarka ya da kapitalist patriarkadan söz edip, hem de kadınları ezenlerin bizzat erkekler olduğunu söylemenin anlamı bu. Ayrımcılığa gelince: Ayrımcılık bu egemenlik biçiminin sadece bir boyutunu ifade eden bir terim. Kadınların çeşitli alanlardan ve faaliyetlerden dışlanmasını ve kadınlarla erkekler arasında haklar ve imkânlar açısından eşitsizlik olduğunu ifade ediyor. Ama, bunun yanısıra, bu egemenliğin çok daha köklü, derinlerde kök salmış boyutları var. Sömürü böyle bir şey. Baskı, şiddet böyle bir şey.

P.- Sömürü kısmını nasıl açıklıyorsunuz? Kitapta da Christine Delphy ile tartıştığınız nokta da bu değil mi?

G.A.S.- Delphy'den esas ayrıldığım nokta şu benim: Bütün erkekler bütün kadınları aynı biçimde sömürmüyor. Ev emeği bağlamında çeşitli el koyma, sömürü biçimleri var. Bazı kadınlar, sadece ev içinde karşılıksız emek harcıyor, tam zamanlı ev kadınlığı yapıyor. Ve emeklerine bu biçimde el konuluyor. Bu tamamen köle sömürüsüne benzeyen bir sömürü biçimi. Başka bazı kadınlar hem kamusal alanda ücretli işlerde çalışıyorlar hem evde karşılıksız emek harcıyorlar. Bu kadınla evde maruz kaldığı sömürü, köle emeğinin sömürüsünden farklı. Kadınlar aile işletmelerinde de karşılıksız emek harcıyorlar. Oradaki sömürü, dar anlamıyla patriarkanın sömürüsü, yani aile babasının bütün aile üyeleri üzerindeki sömürüsü. Dolayısıyla, bütün kadınlar bütün erkekler karşısında tek bir sömürüye tabi değiller. Farklı farklı el koyma, sömürü biçimleri var.

P.- Ev içindeki sömürü için de mi patriarkal kapitalizm kavramını kullanıyorsunuz?

G.A.S.- Evet. Kapitalizme özgü yeniden üretim alanı o. Ama kuşkusuz orada da bir emek harcanıyor, üretim yapılıyor. Orada da bir sömürü ya da koyma var. Sömürü kavramını bütün kadınla durumunu açıklayan tek bir bilimsel kategori olarak kullanmamamın nedeni, farklı sömürü biçimlerinin olması.

P.- Patriarkal sömürüyü yoğun biçimde yaşayan ev kadınları açısından Türkiye koşullarında özgürleşmenin olanaklarını biraz açabilirmisiniz, görünmeyen emeğin görünür kılınmasının tek imkanı kamusal alana çıkmak mıdır?

G.A.S.- Kamusal alana çıkmak, ücretli bir işte çalışmak politik olarak kendini ifade etmek, eğitim kültür haklarından yararlanmak tabii ki kadın için özgürleşmenin bir boyutudur. Fakat benim sözünü ettiğim görünmeyen emeğin görünür kılınması meselesi bundan çok farklı bir şey. Kitapta, görünmeyen emeğin görünür kılınması için olası yollardan biri olarak kamusal alandaki bakım işlerinin değerinin yükseltilmesinden söz ediyorum Kamusal alandaki bakım işlerinden kastım, çocuk bakım merkezleri, sağlık kurumları, yaşlılar için merkezler vb... Buralarda çalışanların emeğinin nitelikli emek haline getirilmesi, yani bu işler için verilen eğitimin düzeyinin yükseltilmesi... İşte bu emeği değerli hale getirmek, dolaylı olarak ev emeğini görünür hale getirir, bu emeğe değer verilmesine yol açar. Tabii ki tek başına bu yeterli değil. Ev içinde emeğin görünür hale gelmesi ve değer kazanması için başka yöntemler de mümkün. Bunlardan en etkilisi, en çarpıcısı, tabii ki kadınların ev emeğinin ölçülmesi. Çeşitli ülkelerde sosyal politikalara temel oluşturması açısından ölçülüyor kadınların evde harcadıkları karşılıksız emek. Ve bu ölçümlerde kadınların Evde harcadığı karşılıksız emeğin devasa bir miktar oluşturduğu ortaya çıkıyor. Bu emeği ölçmenin iki yöntemi var. Bir tanesi daha yaygın; diğeri zaten pek kullanılamayan bir yöntem anladığım kadarıyla. Daha yaygın ve elverişli Olan yöntem şu: Bakım ve ev İşleri kamusal ilanda ya da evlerin içinde ücret karşılığı yapıldığında, bu insanlara, profesyonellere ödenen ücretler göz önüne alınıyor. Kadınların ev içinde yaptıkları İşlere harcadıkları zaman göz önüne alınıyor. Ve bu temelde kadınların ev içinde harcadıkları emeğin değeri, ortaya çıkıyor. Bunun tabii bazı zorlukları var. Çünkü, ev içinde yapılırken bu işler, dışarıda yapıldığından farklı olarak (ya da ev içinde ücret karşılığı yapıldığından farklı olarak) birbiriyle iç içe geçmiş bir şekilde yapılabiliyor, düzensiz, bir biçimde yapılabiliyor;sırası yok, mesaisi yok. Bir yandan çocuğu uyuturken, bir yandan ütü yapmak, bir yandan öbürünün ödevini dinlerken bir yandan da fasulye ayıklamak mümkün. Dolayısıyla da, burada belli zorluklar var. Ama sonuç olarak yapılabiliyor. Ve çok şeyi ortaya çıkarmış oluyor, emeğin ölçülmesi için ikinci yöntem ve daha zor olan daha az kullanılan yöntem ise şu: Ev kadının dışarıda ücretli bir işte çalıştığı zaman yaptığı iş, ya da eğer meslek sahibiyse mesleği, ne kadar ücret getirirdi o kadına, buna bakılarak bir değer biçiliyor. Fakat, bu da tabii çok karmaşık bir hesabı gerektiren bir şey. Burada şöyle bir sorun var: O kadın doktorsa, doktorluk yaparken alacağı ücretle, ev işlerine harcadığı emeğin değeri aynı değil. Bu toplumda değil. Çünkü bu toplum eşitsiz, hiyerarşik bir toplum. Ama bu iki yöntemden söz etmek mümkün. Kadının ev içinde harcadığı emeği görünür kılmak için izlenecek üçüncü bir yol da, çeşitli sosyal hak talepleri: örneğin ev kadınları için Sağlık sigortası, emeklilik. Çünkü, bu şekilde kadınların ev kadınları olarak da çalışanlar olduğunun adı konmuş oluyor. Bu da yine emeğin görünür hale gelmesi için bir yöntem, tabii geçtiğimiz dönem medeni kanunda yapılan yeni mal rejimi düzenlemesi de böyle bir görünürlük sağlıyor. Kuşkusuz yalnızca mülkü olan ailelerde somut bir sonucu oluyor bu mal rejiminin, ama ideolojik olarak önemli bütün kadınlar açısından da: Sonuçta bu mülkün yaratılmasında kadının da emek harcamış olduğunu dolaylı olarak ortaya çıkarıyor. Tüm bu yöntemlerin dışında, bu taleplere ve bunların kadınlara getirdiği kısmi güce dayanarak, ev ve bakım işlerinin cinsiyetler arasında eşitlikçi bir iş paylaşımı için mücadele dananın kuyruğunun kopacağı yer. Bunun bir yolu, medeni kanunda, evlilik tanımında, tarafların kimliklerinin, ödevlerinin, sorumluluklarının tanımlandığı yerlerde erkeklerin ev işlerinden sorumlu olduğunu,onların da yükümlülüğü olduğunu bakım ve ev işlerinin, eşit paylaşım gerektiğinin kaydedilmesi. Kendi başına bir şey sağlamayacak olsa bile, bu da ideolojik mücadelede kadınlara güç kazandıracak bir şey.

P.- Türkiye’ deki farklılıklara yapılan vurgu, çok kültürcü bir anlayıştan çok, varolan karma ve karma olmayan örgütlerin bir araya gelmemesinin bir çözümü olarak farklılıkların mutlaklaştırıldığı ama zayıf bağlarda örülen bir örgütlenme pratiği olarak yaşanıyor. Türkiyeli feministlerin konumunu bu çerçevede tartışabilir misiniz?

G.A.S.- Son yıllarda ben, her tür örgüt, yapı ve eylem dışında kaldığım için bu konuda çok fazla şey söylemekten çekmiyorum. Benim açımdan, kadınlarla erkekler arasındaki nesnel ezme ezilme ilişkisi, egemenlik ilişkisi, kadınlar arasındaki bütün farklılıkların ötesinde, kadınların bir kolektif politik özne olarak davranmalarını mümkün kılan bir şeydir. Buradan bir olanak çıkar. Tabii ki bu, kendiliğinden olan bir şey değildir. Nesnel konumun politikaya tercümesi, politik taleplerle ifadesi ve kolektif politik İradenin oluşturulması politik bir süreçtir. Kadınlarla erkekler arasındaki bütün farklılıklara rağmen bunun mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu sorudan somut olarak şunu anlamalıyım herhalde: Sosyalist örgütlerde ve Kürt örgütlerinde çalışan kadınlar bir yanda, feminist yapılarda çalışan kadınlar bir yanda, bunların arasındaki karşılıklı ilişkiler problemi. İki şey söyleyebilirim bu konuda. Biri, politikalar açısından feministlerin konumlarının ne olduğu, ne olabileceği; bir de örgütsel yapılar ve sayısal eşitsizlik açısından meseleye nasıl yaklaşmak gerektiği. Politikalar açısından bir örnek şu: Türkiye'de Kürt kadınlar eskiden beri hep ifade ettiler, ediyorlar da, kadınlıklarını her zaman Kürt kadınlar olarak yaşıyorlar. Kürt kadınlar olmanın dışında bir kadınlık hali yaşamadıklarını ifade ediyorlar. Her zaman Kürt olmanın dolayımından geçiyor onların kadınlığı. Ve bu bence yadsınamayacak bir şey. Aslında sadece Kürt kadınları İçin de söz konusu değil. Başka ülkelerde siyah kadınlar da öyle tanımlıyorlar. İşçi kadınlar için aynı şey söz konusu olabilir. Bence, zaten, üst ve orta sınıftan, beyaz, heteroseksüel, egemen ulustan olmayan tüm kadınlar için söz konusu bu. Yani, birden fazla ezme ezilme ilişkisinde, ezilen konumunda olan kadınlar, kadınlıklarını hep bu ezilmişliklerin süzgecinden geçmiş olarak yaşıyorlar. Öznel durum bu. Nesnel olarak, biz erkek egemenliğinden, bütün erkekler karşısında bütün kadınların bir kolektif irade oluşturabileceğinden söz ediyorsak da, öznel olarak yaşanışı böyle. Fakat ben hâlâ hareket İçinde, politikaların saptanmasında, değerlendirilmesinde bir takım nesnel ölçütlerin mümkün olduğunu düşünüyorum. Eğer bir kadın kurtuluş hareketinden söz ediyorsak, bu nesnel ölçütlerin mümkün olduğunu düşünüyorum. Yeniden Kürt kadınlar örneğini ele alacak olursak: Ezilen ulusların, ayrımcılığa uğrayan etnik grupların, ırkların kadınları için aile ve analık-doğurganlık yüceltmesi yapmak hep bir olasılıktır. Ezilen uluslar, ayrımcılığa uğrayan ırklar bu düşman ortamlarda aileyi bir sığınak olarak algılayabilirler. Dolayısıyla öznel olarak kadınlık hallerini yaşayışlarında aile, onlar için olumlu bir anlam taşıyabilir. Keza analık ve doğurganlık ulusal hareketlerde, ezilen uluslar söz konusu olduğunda bir ulusal kimliği ortaya koymanın bir yolu olarak görülebilir. Bir de tabii ulusal hareketlerde asker doğurmak diye bir şey vardır. Bu öznel eğilimlere rağmen, ben feminizm açısından, erkek egemenliğinin nesnel tahlilinden bazı ölçütler türetmek mümkündür diye düşünüyorum. Aile, analık kurumu ve doğurganlığın yüceltilmesi, feministlerin ne olursa olsun eleştirmeye hakları olan şeylerdir. Farklılıklarımız diyerek, Kürt kadınları kadınlıklarını ulus kimliği dolayımından geçerek yaşıyor diyerek, bunu hoş gösteremeyiz. Eğer kadın kurtuluşundan söz ediyorsak, bunların yüceltilmemesi ve politikalarda buna özen gösterilmesini talep etmek, bu hareketteki feministlerin hakkıdır. Bu bir örnek. Nesnel konumun neden bize eleştiri kriterleri verdiğini anlatabilmek için bu örneği verdim.
Kadın hareketi kavramını kullananlarla kadın kurtuluş hareketi kavramını kullananlar arasındaki İdeolojik fark da önemli galiba. Çünkü kurtuluş kelimesi ortadan kaldırıldığında, farklılıklarımızla yanyana durmak gibi kavramlara daha çok yer açılıyor... Kadın hareketinde kadınlar İçin bîr şey yaptığını iddia eden herkese yer var. Ve burada nesnel kriterler getirmek çok zor. Devlet, sermaye, herkes orada at koşturuyor. Dolayısıyla ben, kadın kurtuluş hareketi ve feministler açısından değerlendiriyorum durumu. Geriye dönüp, meseleye örgütsel yapıların ağırlığı açısından ve sayısal açıdan baktığımızda, karma örgütlerin kaçınılmaz olarak sayısal üstünlüğü var. Bu böyle de olacaktır. Örgütlenme ilkesi itibariyle de böyledir. Dolayısıyla da karma örgütlerden gelen kadınların kadın hareketi içerisinde feministleri marjinalleştirmesi her zaman bir potansiyel tehdit. Böyle olunca, geçmişten beri feministlerin hep yaptığı gibi, sayıların öne çıkmayacağı eylemlere, feministlerin kendilerini ifade edebileceği eylem biçimlerini zorlamak, savunmak yapılabilecek şeylerden bir tanesi. İkincisi de hep bildiğimiz, karma örgütlerin erkeklerinin kadın hareketine bulaşmasını engellemeye çalışmak. Bunun ötesinde feministlerin ideolojik olarak, kadın kurtuluş hareketinde bir üstünlükleri olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün tahlil ve politikaları kadın kurtuluşu açısından geliştirilmiş tahliller ve politikalar. Dolayısıyla da karma örgütlerden gelen kadınların feministlerin kendilerini ifade etmelerinde onlara yol açmalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu, o kadınların kendileri için de gerekli. Gerek kendi karma yapıları İçinde kendi sözlerini söyleyebilmeleri için, gerekse de kendi özgül alanlarının mücadelesi dışında kadın kurtuluşu İçin mücadele etme imkânına sahip olmaları için, buna yol açmak onların da yararınadır diye düşünüyorum. Fakat bunun ötesinde sihirli bir formül yok. Tabii günümüzde feminist hareketin irtifa kaybetmesiyle bağlantılı olarak da bu mesele iyice güçleşti diye düşünüyorum. Başka bir yerde de söyledim. ÖDP'nin kuruluşuyla birlikte, çok fazla feminist enerjinin ÖDP'ye akıtıldığını, dolayısıyla da karma örgütlerden kadınların da katıldığı harekette, feministlerin kendi yapıları ve kendi kimliğiyle varolmalarının daha da güçleştiğini söyleyebiliriz. Burada bir de kişisel özeleştiri: ÖDP'nin kuruluş sürecinde bu kadar büyük bir riski öngörememiştim.

P.- Ama karma örgütlerdeki feminist kadınlar üzerinden o örgütlerdeki kadınlar ve erkeklerin etkilenmesi mümkün değil mi?

G.A.S.- Mümkün tabiî. Bunun için çalışılmalıdır da. Karma örgütlerde feminist ideolojinin bazı politikaları feminist eleştirinin süzgecinden geçirmesi mümkün ve bu hepimiz açısından bir kazançtır. Ama bence, feminist yapıların ayakta kalması için yeterli özen gösterilmedi ÖDP'nin kuruluşunda ve sonrasında.

P.- Kitabınızın ev emeğini karşılıksız emeği konu aldığınız birinci bölümünde “patriarkal kapitalizm” kavramını kullanıyorsunuz. Patriarkal kapitalizm nedir ve kadın emeğinin bununu içinde konumlandığı yeri nasıl görüyorsunuz?

G.A.S.- Kitapta iki kavram kullanıyorum: Hem patriarkal kapitalizm hem de kapitalist patriarka. Benim için madalyonun hangi yüzüne vurgu yaptığımla ilgili bir seçim bu. Patriarkanın tarihsel olarak kapitalizmde büründüğü biçimi kastettiğim zaman kapitalist patriarka diyorum. Patriarka kapitalizm öncesinden varolan bir sistemdir. Kendi özgül dinamikleri olan bir egemenliktir Ve kapitalizmde özgül bir biçime bürünür. Bunu ifade etmek için kapitalist patriarka kavramın kullanıyorum. Patriarkal kapitalizm kavramın ise, kapitalizmin nasıl da patriarkanın üzerine yaslanarak geliştiği, nasıl patriarkadan imkânla kendine çıkardığı, kendi çıkarı için patriarkayı nasıl kullandığı, bunları vurgulamak için kullanıyorum genellikle. Emekle bağlantılı olara bunları açıklayacak olursak; kapitalist patriarkanın bir özgüllüğü şu, kapitalizmin kendinden önceki toplumsal örgütlenmelerden bir farkı var. Kapitalist toplumda toplumsal üretim için harcanan emekle, yeniden üretim İçin harcanan emek birbirinden ayrışıyor. Delphy' den esas olarak ayrıştığım yer de bu herhalde. Bu iki üretim, iki emek harcama biçimi birbirinden ayrılıyor kapitalizm ilişkileri içinde. Kapitalist patriarkanın maddi temelini de bu ikilik oluşturuyor. Esas olarak da yeniden üretim için kadınların harcadığı karşılıksız emek. Kadınlar -emekçi ailesiyse eğer söz konusu olan- emek gücünün yeniden üretimi için karşılıksız emek harcıyorlar; her mülk sahibi sınıfsa, soyun yeniden üretilmesi için ve kocanın sosyal statüsünün yeniden üretimi için karşılıksız emek harcıyorlar. Bu emekler birbirinden farklı ilişkiler içinde harcanan emekler. Bunu kastediyorum kendimi Delphy’ den ayırırken. Ama tüm sınıflardan kadınlar için her durumda harcanan karşılıksız bir emek var.Fakat hangi ilişkiler içinde harcandığı, kadın açısından anlamları farklı

P.- Kadınları sınıf olarak tanımlamıyorsunuz...

G.A.S.- Evet, ben toplumsal olarak tanımlıyorum.Sınıf daha spesifik bir kavram.Bütün kavramları da aynı yere indirgememek, kavramsal ayrımları korumak gerektiğine inandığım için böyle bir şey söylüyorum.Çünkü bu kavramların politik uzantıları da farklı.İşçiler için kendi konumlarını değiştirmenin, bir sınıf politikası yapmanın şöyle bir anlamı vardır.Hepsi için üretim araçları üzerinde mülkiyetin kalkması bir hedeftir. Kadınlar için böyle somut ortak bir hedef yok.
Eğer soruya geri dönecek olursak: Yeniden üretim alanında harcanan karşılıksız emeğe dayalı bir maddi temeli olduğunu söylüyordum kapitalist patriarkanın. Fakat, kadınların kapitalist patriarkadaki emeklerinin ifadesi bundan ibaret değil. Tam da kadınlar ev içinde görünmeyen, karşılıksız bir emek harcadıkları için, kamusal alana, ücretli emek piyasasına çıktıklarında, bu görünmeyen, karşılıksız emeğin damgasını taşıyor onların emeği. Ve ne oluyor? Kadın işi denilen, bakım gibi, prestiji düşük, ücreti düşük, güvencesiz işlere, kayıt dışı ekonomiye ya da meslek sahibi gibi vb. olduklarında da, işyeri içinde karar mekanizmalarının dışında, güvencesiz, düşük ücretli bir konum oluyor. Tabii bu durum meslek sahibi kadınlar için biraz değişiyor. Ama hep biliyoruz ki var oldukları yerlerde en tepedeki o karar mekanizmalarında o kadınlar değil, erkekler var.Patriarkal kapitalizmle kadın emeği ilişkisinden söz ederken şunu söylemek mümkün: Aslında bütün bu sistemin yükünü taşıyan kadınlar.En ağır emek harcama kalıpları, yaygın olarak kadınlar için geçerli. Hele küreselleşme bağlamında bu çok belirgin bir biçimde ortaya çıkıyor. Kayıt dışı ekonomi arttıkça, esnek üretim biçimleri yaygınlaştıkça, bütün bir düzen kadın emeği ve kadının aşırı sömürülmesi üzerine kurulmaya başlanıyor.Ve patriarkal kapitalizm ya da kapitalist patriarka dediğimiz bu sistemin kilit noktasında nasıl karşılıksız ev emeğinin yattığını görüyoruz.

P.- Kitabın birinci bölümünde bir yerde kadın emeğinin ekonomi dışı olarak görülmesine ilişkin” ekonomi dışı olanı ekonomiye dahil etmeye çalışmak...Toplumun fetişleşmiş biçimlerine hapsolmak demektir, çünkü bu başka bir gelecek tasavvuru ya da örgütlenme biçimi oluşturmayı engeller” diyorsunuz. Bu noktada günümüzde feminist iktisat olarak adlandırılan çabaları da bu hapsolmaya dahil ediyor musunuz? Bu konudaki eleştiri ya da değerlendirmenizi öğrenebilir miyiz?

G.A.S.- Sözünü ettiğiniz bölüm Marx’ ın feminist açıdan eleştirisinin yapıldığı bölüm.Bir marksist yoruma göre “ekonomi” kapitalizme özgü bir alanın egemen ideolojideki adıdır. Bu alan piyasa alanıdır. Emek gücünün alınıp satıldığı, metaların alınıp satıldığı, mübadele ilişkilerinin hüküm sürdüğü piyasa alanıdır..., Burjuva ideolojisi “ ekonomi” dediği zaman üretim ilişkilerindeki baskı ve hiyerarşiden soyutlar. Ekonomiyi piyasadan ibaretmiş gibi sunar.Dolayısıyla, ekonomiyi de eşitler ve özgür bireyler arası bir ilişkiden ibaretmiş gibi sunar.Burjuva iktisat biliminde ekonomi dendiği zaman, kastedilen ilişkiler ağı budur.Bu alan aslında bir yanılsama üretir.Metalar sanki insan iradesinden bağımsız bir dinamiğe göre deviniyorlarmış gibi bir yanılsama doğar.Nitekim sürekli maruz kaldığımız “piyasalar ne diyor, piyasalar nasıl davranıyor?” lafı feminizmin çok çarpıcı bir örneği. Piyasalar değil bal gibi kapitalistlerdir aslında gücü elinde tutan. Dolayısıyla da ekonomi dendiğinde kapitalizmin bu çok özgül alanının burjuva biliminde ürettiği yanılsamayı kastediyorum, özgül bir marksizm yorumuna göre. Bu anlayış çerçevesinde ekonomi fetişizmi dediğim zaman da kastım şu: Bu sözünü ettiğim kapitalizme özgü bir işleyiş biçimidir. Onun içinde, “ekonomi” kavramını kapitalizm dışındaki üretim biçimleri için kullanmaya ekonomi fetişizmi diyorum. Sanki “ekonomi” kapitalizmin özgül ilişkilerinden kaynaklanmıyor da, sanki her üretim tarzı için geçerliymiş gibi düşünülüyor; bunu kastediyorum.İkinci bir şey:Marx kendi yapıtına “ekonomi politik” demez, “ekonomi politiğin eleştirisi” der. Çünkü marx ötesine piyasa ile üretim arasındaki bağlantıyı kurar; piyasanın ardında yatan eşitsizliği, sömürüyü ortaya çıkarır.Yani ekonomi fetişizmini kırar. Gelelim “feminist ekonomi” kısmına. Meseleye böyle baktığım için, kişisel olarak, ev emeğine dayalı feminist eleştirinin de bir “ekonomi” eleştirisi olduğunu düşünüyorum.Çünkü feminizm, yeniden üretimle üretim alanı arasındaki ikililik temelinde ev emeğinin ne kadar kritik bir rol oynadığını, burada ne kadar devasa bir emek harcandığını ortaya çıkararak, aslında bu iki alanın birbirinden kopuk fetişleşmiş alanlar olarak var olduğu yanılsamasına karşı çıkıyor.Dolayısıyla da “feminist ekonomi” denen şey bence, “ekonominin” feminist eleştirisi. Ama kitapta girdiğim bu tartışmanın belki çok da gerekli olmadığını düşünüyorum şimdi.

P.- Marksizmin es geçtiği bir noktayı da tartışmaya açmak aslında...

G.A.S.- Birazda bundan dolayı oldu zaten. Yoksa feminist iktisatçıların çabalarını küçümsemek gibi bir anlamı yoktu tabii ki.

P.- Kitabınızda üzerinde durduğunuz “bakıcı çalışan yurttaş” hoş ve ilgi çekici bir tamlama.Kimdir bu yurttaş, nedir, nerede yetişir, biraz bahseder misiniz?

G.A.S.- Bu kavram İsveç’ teki sosyal güvenlik anlayışını ifade eden bir kavram.İsveç’ teki sosyal güvenlik sistemi şu varsayım üzerine kurulu:Hem kadınlar hem erkekler, hem evde bakıcılık yapabilmeliler, hem dışarıda ücret karşılığı çalışabilmeliler.Bunlar hem bakıcı yurttaşlar hem ücret karşılığı çalışan yurttaşlar. Toplumsal cinsiyet açısından nötr bir kavram bu.Cinsiyet farkına göre bakıcılığı ve ücretli emeği ayrıştırmıyor.Bu sosyal güvenlik sistemi, kadınlar ve erkeklerden bağımsız olarak herkese ücretli ebeveynlik izni veriyor.Bunu ister erkek kullanır, ister kadın kullanır kadınlık ve erkeklikten bağımsız olarak, herkese ebeveynlik ödentileri veriyor. Kadınlar İsveç'te epey yüksek bir oranda katılabilmişler ücretli iş gücüne. Erkekler de bir ölçüde bakım işlerine yönelmişler. Fakat cinsiyetçi işbölümü ortadan kalkmamış. Toplumsal cinsiyet açısından nötr bir imkân tanıdığınızda bu imkân toplumsal ilişkilere göre kullanılacaktır. Tabii ki işgücü piyasasında erkek daha fazla para getiren bir işte çalıştığı için, ebeveynlik iznini kadın kullanacaktır. Bu cinsiyet açısından nötr anlayış karşısında, Norveç babalık iznini getiriyor. Babalar kullanmazsa harcanacak bir izin. O zaman babalar o izni kullanıyor ve daha çok yöneliyorlar bakım işlerine. Keza ebeveynlik ödentileri toplumsal cinsiyete göre verildiğinde kadınların konumları daha güçleniyor.
Yasal değişiklikler ve yasalarda verilen haklar toplumsal cinsiyeti çözmüyor. "Patriarkal dengeler somut kamusal politikalar aracılığıyla değiştirilmeden ve patriarka kamusal alanda aşındırılmaya başlanmadan karşılıksız ev emeği aşılamaz" diyorsunuz. Bu aşamada kadın kurtuluş hareketinin karşılıksız ev emeğini aşma noktasında kamusal alanda dile getireceği talepler sizce neler olabilir? Karşılıksız ev emeğinin aşılmasını, hem özel alanda hem kamusal alanda gerçekleştirilecek dönüşümlere dayalı bir süreç olarak görüyorum. Tek başına ne biri ne Öbürü yeterlidir karşılıksız emeğin ortadan kalkması için. Bu süreçte ilk aşama, karşılıksız ev emeğinin görünür hale gelmesi, adının konması, ölçülmesi, değerinin (öneminin) ortaya çıkarılması olmalı herhalde. Yani ikinci soruda değindiğim şeylerin bir bölümü... İkincisi, yine daha önce değindiğim sosyal güvenlik meselesi: Öyle bir sosyal güvenlik sistemi olmalı ki, bir yandan kadınların ev emeğini ödüllendirirken, öte yandan da ev ve bakım işlerinin kadın işleri olmaktan çıkarılması için erkekleri özendirici önlemleri içermeli Yani ev kadınları için emeklilik hakkı ve sağlık sigortası gibi önlemlerle, sadece babaların kullanabilecekleri ebeveyn izinleri (doğum ve hastalıkta) gibi, ev ve bakım işlerini toplumsal cinsiyetten arındıran önlemler bir arada düşünülmeli... Üçüncüsü, ben hâlâ, devletten ucuz ve nitelikli çocuk, hasta ve yaşlı bakım merkezlerinin açılmasını talep etmenin geçerli bir politika düşünüyorum. Ama bu kurumlarda erkeklerle kadınlar arasındaki işbölümünün eşitlikçi olmasının yasalarca desteklenmesi şartıyla. Bu kurumlarda bürokratik işleyişin önüne geçilmesi için, hizmet alanların veya yakınlarının ve çalışanların karar mekanizmalarında yer alması gerektiğini düşünüyorum. Kısacası, cinsiyetçîlikten ve bürokratik işleyişten arındırılmış kurumlar olarak tasarlıyorum bu merkezleri. Bütün bunlar, bütünlüklü bir sürecin parçaları olarak anlamlı olabilir ancak, hiç biri tek başına işlevli olmaz. Şu ana dek gelişkin bir sosyal devletten neler talep edilebileceğini konuştuk. Bunun ötesinde, kapitalist patriarkanın sınırlarını aşan onun ötesine geçen talepler kaçınılmaz, karşılıksız ev emeğinin ortadan kalkması için. Bunlar ne olabilir? Birincisi, ev emeğinin erkekler ve kadınlar arasında eşit paylaşımının mümkün olması için, iş gününün ücret kaybı olmaksızın kısaltılması gerekiyor. Sosyal güvencelerle, insanca ücret düzeyleriyle el ele giden olumlu anlamda "esnek" çalışma düzenekleri mümkün olmalı. İkincisi, ücretli işgücü piyasasında cinsiyetçi bir yapılanma var. Erkek İşleri, kadın işleri var. Bunun kırılması için pozitif ayrımcılık, kadınlar için çeşitli işlerde kotalar, kadınların çeşitli işlere girebilmeleri İçin özel eğitim, formasyon alabilmelerinin sağlanması gibi Önlemler söz konusu. Bütün bunlar aslında kâr amacına yönelik üretimin sınırlanmasını gerektirir. Çünkü, pozitif ayrımcılık ancak kamusal İşletmelerde gerçekleştirilebilir bir şey. Özel şirketlerde hiçbir zaman mümkün olmuyor bu tür önlemlerin hayata geçirilmesi; eşdeğerli işler için eşit ücret talebi bile karşılanamıyor.
Kâr için üretimin sınırlanması, kamu alanının savunulması, Özelleştirmeye karşı çıkılması çok önemli dolayısıyla. Bu politikalar çok sayıda kadın tarafından sahiplenildiğinde bile çok şey değişmeye başlar. Ama bakım alanındaki işlerin tamamıyla kamuya devredilmesi ne istenir bir şey ne de mümkün bence. Yeter ki eşitsiz işbölümüne dayalı olmasın, bütün yük kadınların sırtında olmasın. Bu işlerin bütünüyle kamuya devredilmesi insani açıdan çok ta çekici gelmiyor bana; Çocuklarla yakın ilişki, kuşakla arası ilişkiler önemli ve doyurucu olabilecek Şeyler aslında. Bunların dışında, hanelerin bileşiminin, hane yaşamının düzenlenişiyle ilgili olarak ufkumuzu genişletmeliyiz diye düşünüyorum. Biyolojik anne yüceltmesinin kırılması gerektiğini düşünüyorum. Kadınların biyolojik annesi olmadıkları çocuklara annelik edebileceğinin yeniden hatırlanması gerekiyor Ve aynı şekilde erkeklerin de. Bunlar da o bütünlüklü politikanın parçalan olmalı.

P.- Bugün kadın politikası yapanlar için en önemli gündem nedir sizce?

G.A.S.- Çeşitli yüzleriyle kadınlara yönelik şiddet öne çıkarılıyor son dönemde ve bu önemli. Namus cinayetlerinin töre cinayetleri özgüllüğünden çıkarılıp kadınlara yönelik şiddetin bir parça olarak ele alınması çok doğru. Fakat, yasal düzlemde bir takım değişiklikler sağlayabilme uğruna devletle çok fazla içiçe girildiği kanısındayım. Ayrıca yasalarda yapılacak değişiklikler yeterli değil. Bunu tamamlayacak biçimde şiddete karşı gerçekten etkin dayanıştı ağlarının kurulması da önemli. Demin sözünü ettiğim politikaların da devlete yönelik taleple içerdiğinin farkındayım. Ama benim önermeye çalıştığım politikalarda katılımcı, çalışanların ve hizmet alanların denetim ve katılımına dayalı bir Örgütlenme söz konusuydu. Bürokratik işleyişin ve cinsiyetçiliğin devlet tarafından bize dayatılmadığı bir örgütlenmeyi sağlayabiliyorsak sorunların bir bölümü ortadan kalkmış demektir. Öte yandan, gündemin üst sıralarına yerleşmek olan, AB’ yle bütünleşme politikaları dolayısıyla bu kez de sermayeyle çok fazla İlişkiye girildiği düşünüyorum. Bu açıdan da kaygılıyım açıkçası. Kuşkusuz AB'nin emperyalist bir kulüp olduğunu söylemek, bu süreci sadece bu temelde eleştirmek yeterli değil. Ama kadınlara neler getirecek, kaç kadına neler getirecek, kadınların çoğunluğu açısından ne anlam taşıyacak bu süreç, bunlara yakından bakmak gerekiyor.

P.- Nasıl bir eşitlik anlayışı var AB müktesebatında?

G.A.S.- Buradaki ayrımcılık karşıtı anlayışta feminizm kazanımları ne oluyor, buna bakmak lazım. "Gender Mainstreaming" denen, toplumsal cinsiyeti baştan bütün politikalara dahil etme yaklaşımı, bir yanıyla bir tuzağı içeriyor olabilir: Kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık, kadınlara yönelik Özel önlemlerle bağdaşır mı bu anlayış? Bu açılardan duyarlı olmalıyız bence. Ayrıca, AB bünyesinde giderek daha yaygın olarak benimsenen neo-liberal politikalar bağlamını müktesebatta yer alan ayrımcılık-karşıtı, eşitlikçi sosyal politika anlayışı ne kadar uygulanabilirlik taşır, bu da kritik bir soru...

Related Link: http://www.anarsistkomunizm.org/kkn/index.php?option=com_content&task=category§ionid=1&id=26&Itemid=38

This page has not been translated into 한국어 yet.

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]