user preferences

New Events

Güney Afrika

no event posted in the last week

Güney Afrikalı Zabalaza Anarşist Komünist Cephe ile Röportaj (Sosyal Savaş)

category güney afrika | anarşist hareketin | interview author Friday September 23, 2016 02:13author by Sosyal Savaş – Zabalaza Anarchist Communist Front - ZACFauthor email zacf at riseup dot net Report this post to the editors

Sevgili yoldaşlar, sizlerle tanışmak ve kıtalar arası bir iletişim ve bağlılık kurabildiğim için memnunum. Biz Türkiye/Kürdistan’dan anarşist bir dergi ve haber portalıyız. Kendimizi anarşi-komünist olarak tanımladığımızı söyleyemeyiz ancak genel olarak komünizm, dayanışma, karşılıklı yardımlaşma, örgütlü dayanışma ve patronların olmadığı bir dünya görüşü gibi prensiplerde sizlerle hem fikiriz. Kapitalizme karşı yürüttüğümüz sınıf savaşında başarı elde etmemizin tek yolu örgütlü olmak, bağlantıda kalmak ve onlara karşı birlikte güçlü bir şekilde durmaktır.

ZACF hakkında bir sürü dosya ve doküman olmasına rağmen çoğu İngilizcedir. Türkçe kaynaklar çok az miktardadır. Arzumuz Türkçe yazıp konuşan anarşist ve liberter yoldaşlarımızı Güney Afrika’daki uzun süreli mücadeleniz hakkında bilgilendirmektir. Bu nedenle yoldaşlarımızın merak edebileceği bazı sorularımız olacak. İşte sorular:

[English]

thumb_img_1777_1024.jpg

Takip edebildiğimiz kadarıyla Zabalaza Anarşist Komünist Cephe daha çok çalışan sınıfa yoğunlaşıp ticaret birlikleri ve kooperatifler üzerinde duruyor. Bu açıdan, ZACF sınıf şavaşı temelli bir hareket midir? Marxist sınıf mücadele anlayışından farklı olan tarafı nedir? ZACF içerisinde sendikalist örgütlenmeler var mı? Eğer varsa, nasıl işliyorlar?

Zabalaza: ZACF yada Zabalaza nın çalışan sınıf organizasyonları ve sınıf savaşları,yada bizim deyişimiz ile sınıf mücadelesi, üzerine odaklandığı doğrudur. Biz “işçi sınıfı” nı içine köleleri, çifçileri,kalıçı veya geçici dönem çalışan resmi olmayan işçileri, beyaz ve mavi yakalıları, işsizleri ve yukarıda bahsedilen herkesin ailelerini de içine alan bir anlayış olarak görüyoruz.işçi sınıfı organizasyonu hakkında konuştuğumuz zaman işçi sınıfında olan herkesin kendileri içinde organize olup baskıya ve teşhir edilmeye karşı kendi haklarını korumak, durumlarını iyileştirmek ve daha fazla özgürlük ile hayatları üzerindeki kontrollerini arttırmalarını kastediyoruz.

İşçi sınıfı derken, sadece fabrika işçilerini kastetmiyoruz. Kastettiğimiz toplumun baskı altındaki ve sömürülen kısmıdır.

Amacımız, günlük mücadeleler ve organizasyonlar sayesinde işçi sınıfının kendi kendini yönetebilecek kapasiteye ve bilince ulaşıp, mücadeleler ile devleti ve kapitalizmi, kendi kendini yöneten federalist ve sınıfsız bir toplum olan anarşist komünizm seviyesine getirebilmektir.

Prensip olarak herhangi bir sosyal hareketi veya işçi sınıfının haklarını savunan herhangi bir mücadeleyi – ticaret birlikleri ve diğer işçi organizasyonları- teşvik edip desteklemek ve ayrıca, işsiz ve resmi olmayan işçileri, işçi sınıfı sakinleri desteklemektir.

İşçi sınıfının mücadelesi her türlü baskıya karşıdır. Kesinlikle İşçi sınıfının problemlerini kesinlikle sadece patronlar veya devlet tarafından yapılan baskılar olarak hafife almıyoruz. Amacımız olabildiğince çok hakkı savunmak, olabildiğince çok baskının üstesinden gelebilmek, ve her türlü baskıya karşı olan savaşta öncü rolde olmaktır. Diğer türlü bu kavgalar yeni elit toplulukar tarafından çalınacaktır, örneğin dekolonizasyon genellikle yeni postkolonisel yönetim sınıflarının yükselişine sebep olur, çoğunluğun gerçek özgürlüğüne değil.

İşçi sınıfını bileştirmek ve tek vucut haline getirebilmek için sınıf içindeki her türlü bölünmeye karşı savaş halinde bulunmak gerekmektedir. Bu konu ayrıca baskı altında bırakılan herkesi; ırkçılık, milliyetçi baskı veya kadınlar üzerindeki her türlü baskıyı kapsar. Birlik ve beraberlik prensipleri dahilinde her türlü baskıya karşı yürütülen bir savaş içerisindeyiz. Aynı zamanda da sadece işçi sınıfının yapacağı devrim sayesinde her türlü baskıdan kurtulmuş bir toplumun temelleri atılabilir. Eğer olabildiğince çok kişi baskılara, ezilmeye ve sömürülmeye karşı birlikte durmaz ise işçi sınıfının devrimi asla gerçekleşmez. Bu yüzden örneğin feminist problemleri dahil işçi sınıfının problemleri dahilinde kabul görür.

İnanıyoruz ki olabildiğince çok işçinin amaçları uğruna toplanarak organizasyonlar oluşturması son derece önemlidir. Bizler için sendikaların iki amacı vardır; çalışanların haklarıyla çıkarlarını korumak ve günlük mücadelelerin doğrultusunda elde edilen tecrübeler sonucunda devrimsel bir genel hareket oluşumuna yardımcı olmaktır. Marxistlerin aksine biz sadece geleneksek olarak endüstriyel işçileri devrimsel hareketin hedef kitlesi olarak görmek yerine bütün sektörler ve endüstrilerde çalışanların bu hedef kitlesi dahilinde kabul edilmesine çalışıyoruz.

Hayır. ZACF bünyesinde sendikal örgütler yok. ZACF, işçi sınıfının popüler hareketleri ve örgütleri arasında -sendikalar, yerel bazlı topluluklar ve gelişen toplumsal hareketler gibi- onlara dahil olarak ve onları destekleyerek, analizler geliştirip, propagandalar yayıp, anarşist politik eğitimler yürüterek ve ''fikir savaşları''nı sürdürerek (yani anarşizmin işçi sınıfının mücadelesinde ve örgütlerindeki ''lider fikir'' olması için çalışarak) anarşist düşünce ve pratikleri organize etmek için birlikte çalışan, adanmış ve inanmış anarşistlerin, ''aktif azınlık''ın küçük politik örgütlenmesidir. Biz, yaklaşımımızı ''Platformist'' ya da ''Especifist'' (anarşist örgütlenmenin Uruguay Anarşist Federasyonu tarafından geliştirilen Latin Amerikan versiyonu) olarak adlandırıyoruz fakat bu basit fikir -iyi örgütlenmiş, net fikirlere, ortak stratejilere ve kolektif sorumluluğa sahip bir anarşist örgütlenmeye duyulan ihtiyaç- açıkça 1860-70'lerdeki Bakunin'in ''İttifak''ının eylemlerine kadar dayanır.

Sıfırdan, tamamen yeni anarşist/anarko-sendikalist sendikalar kurmayı amaçlamaktansa, var olan sendikaları, işçi örgütlerini ve devrimci doğrultudaki girişimleri, işçileri anarşist fikirlerle kazanmaya çalışarak etkilemeyi amaçlıyoruz. Bir sendikanın gücü, üyelerinin sayısında -onların sınıf bilincinin gücünde ve mücadele etme isteklerinde- yatar böylece sendikalar ideoloji ve siyasi eğilimleri göze alınmaksınızın her işçiye açık olmalıdır. Örneğin, işçilerin ideolojik olarak bir anarşist sendika, bir Marksist sendika ve bir sosyal demokrat sendika aralarında bölünmeleri yerine, işçilerin ve tüm sol siyasi akımların, birlik içindeki ideolojik pozisyonlarını, fikirlerini, taktik ve stratejilerini özgürce tartışıp savunabildikleri ve üyelerin farklı önerileri analiz edip tartıştıktan sonra konu hakkında toplu olarak karar aldıkları tek bir sendikada birleşmeliler. Yeni ve saf anarşist sendikalar kurmak, devrimcileri izole etmekle sonlanıyor: Örgüt çok küçük ve saf olduğundan ve büyük sendikaların bürokratik reformist liderleri yüzünden, geniş kitleler sendikaya katılmadığı gibi, sendika üyelerini kazanç kapısı ve oy pusulası olarak gören politik partiler de devrimcilerin mücadeleden vazgeçtiğini görmekten büyük mutluluk duyacaklardır. Çünkü, açık olalım, biz varolan sendikaların içine kafamızı uzatmak ve fikir mücadelemizi orada sürdürmek istiyoruz!

Bu, geleneksel Marksist fikirle aramızdaki başka bir fark, birçok Marksist örgüt ve partiler ya kendi partileriyle ilişkili bir sendika kurmak istiyor ya da nüfuzunu Marksist parti için kullanma amacıyla işçilerden kitle desteğini almak için varolan sendikanın liderliğini ele geçirmek istiyor. Marksist partiler genellikle devlet güçlerini ele geçirmek istediğinden, sendikalar ya parlementer sistemde Marksist partiye oy toplayarak onu hükümete getirmede ya da devrim durumunda partinin zorla yönetime geçmesine yardımcı olarak kullanılıyor (örneğin isyancı genel grev).

Anarşist örgütler, sendikayı, partinin devletin başına geçmesine yardım etmesi için kullanmaktansa, sendikayı kapitalizmi devirmek, sosyal ve ekonomik hayatı -Marksist veya sözde işçi ya da sosyalist partinin ya da devletin kontrolü altında olmasındansa- işçilerin öz yönetimi ve halkın kontrolünü sağlamak için bir araç olarak görüyor.

Benzer şekilde, sosyalistleri işçilere yarar sağlayacak reformlar ve yasalar yapmaları için iktidara getirmek yerine, inanıyoruz ki, işçiler için başarılı bir zafer ve şartlarda iyileşme sadece devletin dışında ve ona karşı, hırçın ve direkt mücadele ile kazanılıp korunabilir.

- Örgütleme ve karar alma süreçleri nasıl işliyor? Yatay (örümcek ağı tipi) örgütlenme ve karar verme hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zabalaza: Karar verme açısından Zabalaza, doğrudan demokrasi ve kolektif sorumluluk ilkelerini benimsiyor. Faaliyetlerimizin belirlendiği, önerilerin tartışıldığı, işimizle ilgili taktiksel ve günlük kararların alındığı ve odaklandığımız aylık toplantılarımız var. Bu toplantılar tüm üyelerimize açık ve tüm üyeler (maalesef Gauteng dışındaki üyelerimiz katılamamasına rağmen) öneri yapma, fikirlerini, katıldıkları ve katılmadıkları noktaları açıklama hakkına sahip. Mümkün olduğunda oybirliği arıyoruz ama mümkün değilse kararlar çoğunluğun oyuyla - %50+1 - alınıyor.

Toplanılara katılmayan üyeler ajandaya maddeler ekleyebilir, toplantıya ibrazlarda bulunabilir ya da email üzerinen vekalet bir oy atabilir. Ayrıca toplantılarda tutulan kayıt ve tutanaklar, herkesin verilen kararların, tartışmaların, anlaşmazlıkların ve yürütmeleri istenebilecek görevin ya da verilebilecek sorumlulukların farkında olması için tüm üyeler arasında dolaştırılır.

ZACF iki üyelik kategorisine sahip: (tam) üyeler ve destekçiler.

Destekçiler ya örgüte katılma ve tam üye olma sürecindekiler ya da kendilerini tam üyeliğin getirdiği sorumluluk ve gereksinimlere kendinii veremeyecek -vermek istemeyecek- olanlar veya dış nedenler (kişisel, akademik, profesyonel) sebebiyle bir uzaklaşma yaşamış, geçiçi olarak örgüt içindeki faaliyet ve sorumluluklarını azaltmış olan kişilerdir. Hem tam üyelerin hem de destekçilerin ZACF'de her ay yapılan toplantılarda, örgütle ilgili taktiksel ve idari kararlarda görüş belirtme ve oy kullanma hakkı vardır. Ancak tüm örgütü kapsayacak büyük taktiksel kararlar ya da örgütün günlük işleyişiyle ilgili bir sonraki aylık toplantı beklenmeden çabucak alınması gereken kararlar varsa şunları yapabliriz: a) Kararı üyelerle telefon üzerinden SMS veya Whatsapp'la oylamak. b) Eğer, zaman bütün üyelerin oylarını almamıza yetmiyorsa, gerekli durumlarda sadece tam üyelerin oyunu almak. c) Aciliyet, diğer üyelerin oyunu almaya ya da bir sonraki aylık toplantıyı beklemeye engel olduğunda, Kongre tarafında seçilmiş ZACF Ofis Görevleri (Enternasyonel Sekreter, Bölgesel Sekreter ve Mali İşler Sorumlusu) taktiksel ve yönetimsel konularda karar almakta yetkilidir.

Karar alınırken ZACF tüm üyelerle destekçiler arasında oybirliği arar. Ancak destekçiler örgütün stratejik yoluyla ilgili tartışmalarda özgürce fikir bildirme hakkına sahip oldukları halde -ZACF yıllık kongresinde kabul edildiği üzere- uzun vadeli stratejik kararlar sadece üyelerin oylamasına açıktır. Bu demektir ki, destekçiler alınacak kararı tartışma sırasında etkileyebilirken, sadece tam üyeler resmi olarak örgütün stratejik yolunu değiştirebilir ya da ZACF Anayasası'nda düzenleme yapabilir.

ZACF Anayasası -pozisyonumuzu belirleyen 13 teorik makaleyle birlikte örgütün kurucu dökümanı- örgüt içindeki azınlık haklarını güvence altına alır. Bu, örgütün çoğunluğu tarafından alınan kararlara katılmayan üyelerin (destekçiler dahil) görüşlerinin kayıt altına alınması, dağıltılması ve tartışılmasına izin verir ve karara katılmayanlar örgütün geri kalanını, görüşlerine gerekçeler gösterip tartışmalar yaparak ikna etmeyi deneyebilir.

Ancak tüm üyelerden, çoğunluğun görüşlerini ve kararlarını açıkça temsil etmeleri, savunmaları ve uygulamaya çalışmaları beklenir.

İnsanlar, örgüte katılmadan önce, bazen bir tartışmayı kaybedebileceklerini ve çoğunlukla anlaşmazlık yaşayan azınlığın bir parçası olabileceklerini ve buna rağmen alınan karar uygulamaları ve savunmaları bekleneceği hakkında bilgilendirilirler. Bu ZACF, her bir üyenin örgütün politik pratiğini bir bütün olarak savunmak ve uygulamakla sorumlu olduğu ve verilen kararlar için sorumluluk aldığı ''kolektif sorumluluk'' prensibini takip ettiği içindir. Benzer şekilde, örgüt, her bir üyenin davranış ve eylemleri için bir bütün olarak sorumluluk alır.

Potansiyel üyeler, örgüte katılmadan önce bunlar hakkında bilgilendirilir ve eğer aynı fikirde değillerse katılmamaya karar verebilirler. Yine aynı şekilde, işbirliği özgürlüğü prensbinden dolayı çoğunluk kararına katılmayı, bunu açıkça savunmayı ve uygulamayı istemeyen kişinin bu anlaşmazlık hakkında güçlü hisleri varsa, örgütü istediği an terketme özgürlüğüne sahiptir. Potansiyel üyeler örgüte katılmaya -eğer tüm diğer üyeler bunun hakkında hemfikirse (ZACF'de fikirbirliğine vararak karar vermenin tek örneği)- adanmışlığına, anarşist fikirleri anlayışına, ZACF'in hedefleri, amaçları, strateji ve taktikleri ile ayı çizgide oluşuna vs dayanarak davet edilir ama kendi isteği ile katılan bireyler, kendi istedikleri zaman ayrılabilir. Ancak, üye oldukları süre içerisinde ZACF Anayasası'na bağlı kalmayı, onun amaçlarını ve fikirlerini sürdürmeyi, desteklemeyi ve politik pratiğine katkıda bulunmayı kabul ederler.

Zabalaza'nın, ''federalizm'' dediğimiz yatay örgütlenmesinden ve alınacak kararlardan etkilenecek herkesin -bu demektir ki, kolektif sorumluluktan dolayı örgütteki herkesin- bir söz söyleme hakkı olduğu doğrudan demokrasi metodlarından yukarıda bahsedildi.

Ancak Zabalaza her ne kadar alınan kararlarda oybirliğine ulaşmaya çalışsa da, bunu bir prensip olarak benimsemeyi reddediyoruz çünkü inanıyoruz ki, -aktivist camialardaki bir çok insanın düşündüğünün aksine- oybirliği oldukça otoriter ve antidemokratik olabilir. Örneğin, on kişilik bir grubunuz olsa ve belirli bir konuda biri hariç hepsi aynı fikirde olsa, dokuz kişi görüşlerini değiştirmek ve onlara katılmayan kişiyle uzlaşmak için fikirlerinden taviz vermek zorunda kalırlar. Bu şekilde, diğerlerine katılmayan kişi, diğer dokuzu üzerinde orantısız güce sahip olacak, onları ''fidye için tutacak'' ve oybirliğine ulaşmak için onları fikirlerini değiştirmeye ya da tavizler vermeye zorlayacaktır. Böylece bizim için oybirliği, imkanlar izin verdiğinde arzu edilendir, bir prensip değil. Bilakis, devam eden iç politik eğitim, teorik gelişim ve örgütsel çalışmalar sayesinde ideolojik, stratejik, taktiksel birliği ve örgüt içindeki teorik anlayışı geliştirerek doğal bir oybirliğine ulaşmaya çalışıyoruz, böylece, iş karar almaya geldiğinde genelde tüm (ya da hemen hemen tüm) üyeler doğal olarak anlaşma içerisinde oluyor çünkü herkes belirli bir öneri ya da karar hakkında aynı teorik anlayışı, stratejik ve taktiksel yargıyı paylaşıyor.

2000’li yıllardaki tahliyeler ve özelleştirmelerden başlayarak, taleplerinizden ve deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz? Tahliye ve özelleştirme gibi yerinden çıkarma politikaları ve pratikleri karşısında işgal hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zabalaza: 2000’lerin başında, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) tarafından yönetilen hükümetin neoliberal politikalarının uygulanması ve bunların etkilerine karşı koyan bir mücadele vardı ve ilçe toplulukları örgütlenmelerinin kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve ticarileşmesi, tahliyeler, elektrik ve su kesimlerine karşı çıkışları hızla yayılıyordu. ANC, Nelson Mandela’nın partisi, 1990’larda apartayd karşıtı ana güç olarak yükseldi fakat parti göreve gelince neoliberalizmi benimsedi. Bu mücadeleler Özelleştirme Karşıtı Forum (APF), Tahliye Karşıtı Mücadele ve Topraksız İnsanların Hareketi (LPM) gibi “yeni toplumsal hareketler”- Apartayd sona erdiğinden beri yeni işçi örgütlenmesinin ilk dışavurumu hareketler - denen oluşumların temelini attı. Bunlar çoğunlukla 2000 ve sonrasındaki yıllarda ortaya çıkmaya başladı.

Tabii ki, ANC’yle müttefik olan eski işçi oluşumları - özellikle ANC’yle ilişkili Güney Afrika Sendikaları Kongresi (COSATU)’ndeki büyük sendikalar ve yine ANC ile ilişkili Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) - önemini korudu.

Ama ANC ile olan ittifakları politikalarını zayıflattı ve liderleri giderek yozlaşmaya başladı.APF gibi oluşumlar ANC’ye açıkça muhalif olmak ve sol bir alternatif önermek konusunda diğer çoğu oluşumdan ayrılıyordu.Bazen bu bahsedilen alternatif pek de açık değildi. Fakat işçi sınıfının - özellikle işsizler ve emekliler - ANC’yle ilişkilerini kesmek istediği açıktı. Bu o zaman için büyük bir kazanımdı.

ZACF önce Gautenbeng temelli APF’yle ilgileniyordu ve daha sonra Soweto’daki gayriresmi Protea South yerleşimiyle ilgilenmeye başladı. 2000’lerin ortasında kurulan APF’nin, ANC’nin neoliberal ekonomik politikası, ticarileştirme; kamu kurumlarının ve su, elektrik temini gibi kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı çıkma etrafında şekillenen geniş talepleri vardı. Bu süreç, borçlarını yoketmek için suları ve elektrikleri ödenmedikleri gerekçesiyle kapatılan binlerce evin bağlantılarını yasadışı olarak kesen “gerilla elektrikçileri”, ön ödemeli sayaçların takılmasına direnmek, temel hizmetlerin özelleştirilmesini protesto etmek için sayaçları sökmek ve şirketlere ve devlete Anayasa Mahkemesi üzerinden dava açma gibi hukuki mücadeleler gibi doğrudan eylemler gerçekleştirmeyi içeriyordu.

Diğer şeyler yanında, (Savaş karşıtı, yabancı düşmanlığı karşıtlığı, grev dayanışması vb. faaliyetler) APF’ye bağlı topluluk örgütlenmeleri, hizmetlerin daha iyi sağlanması ve gelişme yanlısı mücadeleler; tahliyelere, polis şiddetine, yozlaşmış yetkililere karşı protestolar yürüttüler.

APF nüfuzunu ve toplumsal gücünü belirgin bir şekilde arttırdı ve zaferler elde edebildi. Fakat bazı temel zayıflıkları vardı: APF fonlamasını yurt dışındaki donörler ve yerel STK’larla sağlıyordu, ve esas donör 3 yıllık bağış programından vazgeçince APF organizasyonunu ve faaliyetlerini sürdürecek kaynak bulmakta başarısız oldu.

Bununla birlikte, iyi niyetlerine rağmen, APF radikal dünya görüşü taşıyan yeni militan katmanlar veya aşağıdan yukarıya kurulmuş demokratik yapılar geliştirmeyi başaramadı. Tartışma genellikle özelleştirme sorununa indirgeniyordu; eğitim nadiren ciddi teori veya becerileri geliştiriyordu: yapılaşmadaki bazı önemli zorluklar görmezden gelinmişti.

APF’nin militanlarının çaresizliği yüzünden, diğer yeni hareketler gibi, APF de gruptan ayrılmalara, üyelerin kariyerleşme çabalarına ve moral yıkıntısına yatkın hale geldi. Toplumsal hareketler kendini adamış ve deneyimli aktivist lider katmanını korumada zorluk çekiyordu çünkü liderler STK’larda tam zamanlı pozisyonlarda çalışmayı tercih ediyorlardı, bu da taban örgütlenmelerinin günlük mücadelelerinden uzak kalmalarına yol açtı ve bu örgütlenmelerin liderlik pozisyonlarını fırsatçılığa karşı korumasız bıraktı. APF ve LPM gibi toplumsal hareketler devlet baskısının ve örgüt içine sızmaların kurbanı haline geldi: devlet bazı aktivistleri kendi yanına çekerek APF ve önderlerine karşı casus olarak kullandı, aynı zamanda LPM aktivistleri tutuklanıp işkence gördüler. Gündelik hayatta kalma endişesinden ve geçim sıkıntılarından dolayı çoğu aktivist yeni hareketlerden ayrılmak zorunda bırakıldı. Hareketler daha çok kısa vadede ele alınabilecek sorunlar üzerine kuruluydu, elektrik kesimleri gibi, böylece zaferler yürürlükte duraksamalara sebep olabiliyordu: hareketin elektrik kesimlerinden, tahliyelerden, özelleştirmeden öte olarak ileride nasıl şekil alacağı konusunda çok bir katılım yoktu.

APF ve diğer yeni örgütlenmelerin düşüşüne sebep olan bir başka etmen ise APF ve diğer hareketleri kontrol etmeye çalışan Sol’un (Akademisyenler, sosyalist partiler ve politik gruplaşmalar da buna dahil) bazen oynadığı yıkıcı ve bölücü rolüydü. Çoğu APF ve ilişkili hareketleri seçimlerde yarışacak bir partinin oluşturulması için bir vasıta olarak gördüler. Seçimlere katılmak esas olarak propaganda yapmanın bir yolu olarak görülüyordu. Bunun da sayesinde, devrimci bir işçi sınıfı oluşturma yolundaki mücadeleleri vermek ve bu hareketleri oluşturmak -mesela, yerleşimlerde öz yönetimi sağlayarak devleti aşabilecek çekirdek örgütlenmeler- fikri yerine getirilmedi. Bu Sol için ileriye giden yol her zaman bir partiydi ve yeni hareketler sadece bir araç olarak görülüyordu.

Önemli politik sorunlar ve tartışmalara yer verilmediği için, APF çalışma sürecinde, birçok sıradan üye yabancılaşmış ve kafası karışmış hissetti. Birden APF’yi “sosyalist” (Yine, bu açıkça tartışılmayan bir etiketti) ilan etme güdüsü bulan, çok sayıdaki bu yabancılaşan sıradan üyeler, aynı zamanda bu sıradan APF işlerinin “reformist” olduğu tutumunu aldılar. Böylece militanların basit ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve kariyerleşmeyi, devlet yanına çekilmeyi önleyebilecek APF’nin asıl toplumsal becerileri ve yaptığı işler, gelir getiren projeler yaratma gibi inisiyatifleri - dolayısıyla APF’yi ekonomik olarak daha bağımsız hale getirebilecek projeler- ciddiye alınmamıştı.

Daha da önemlisi, taban örgütlenmesinde belirgin bir politik gündem, toplumsal dönüşümü sağlayabilecek uzun vadeli devrimci görüş ve bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda fikir eksikliği vardı -ve Sol’un içinde anlaşmazlıklar. Üyelerin çoğu ön ödemeli sayaçlara, tahliyelere direnmek gibi tek sorunlu mücadeleler etrafında örgütlendiği için bu mücadele kazanıldığında veya kaybedildiğinde başka direniş alanları yaratmak ve eylemliliği sürdürmek yerine eylemsizliğe kapılıyorlardı.

Anarşistler olarak APF’nin daha iyi bir yola girmesi için elimizden gelen en iyi mücadeleyi verdiğimizi vurgulamak istiyoruz.

Görüşünüzce, Apartayd karşıtı hareketlerle anarşist hareketlerin yolu nerede kesişiyor? Apartayd karşıtı hareketlerde anarşistler nasıl ve hangi rolleri aldılar? Apartaydcı bir yönetime karşı yıllardır verilen mücadeledeki anarşistler hakkında ne diyebiliriz? Ve ANC ile Güney Afrika Komünist Partisi’nin arasındaki ilişki hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Zabalaza: Maalesef, apartayd’a karşı mücadelenin büyük kısmında anarşizm yoktu veya hiç bilinmiyor ve Güney Afrika’da izine rastlanmıyordu.

Yüzyılın ilk yarısındaki küçük ama gayet önemli anarşist ve sendikalist hareket 1930’lara doğru gözden kaybolmuştu, anarşizm ancak 1980’lerin sonu ve 1990’ların başına doğru çoğunlukla beyaz ve Hint punk alt-kültürü ortamında ve bazı apartayd karşıtı üniversiteli aktivistler arasında yeniden ortaya çıkmaya başladı. Güney Afrika radikalizminin büyük gelenekleri siyahi milliyetçilik ve Marksizm-Leninizm olmayı sürdürüyor.

Yine de, siyahi işçi sınıfının anarşist karakterli öz yönetim pratiklerini ve direnişi benimsediği deneyimler bulunmaktadır –her ne kadar o zamanki anarşist fikirlerden etkilenmemiş olsalar da.

Bir örnek ise 1950’lerde “Memnuniyet Demokrasisi için Hareket” denilen, anarşist olmasa da, Murray Bookchin’den ve onun aynı isimli grubundan etkilendikleri söylenilmektedir. Bu grup bir nebze liberter sosyalist bir karaktere sahipti –Bookchin’in o zamanlarda daha fikirlerini geliştiriyor olduğunu hatırlatmakta fayda var- ve 1957’de, Johannesburg’da apartaydcı hükümetle anlaşmış PUTCO otobüs şirketine karşı büyük çaplı boykotlar düzenlemekle uğraşıyorlardı.

Başka bir örnek de 1980’lerde siyahi toplulukları politik saldırılara karşı savunan, aynı zamanda apartayd rejimine veya yerel siyahi otoritelere dayanmadan topluluk içindeki suç ve antisosyal davranışlarla ilgilenen topluluk öz savunma birlikleriydi. Siyahilerin bulunduğu ilçelerde insanlar daha geniş ölçekli eylemleri koordine edebilmek için yerel sakinlerden oluşan sokak komiteleri blok komiteler oluşturacak, blok komiteler de semt komiteleri oluşturacak şekilde aşağıdan yukarıya kent toplaşmaları örgütlediler. Aynı şekilde, o zamanki isyancı “Halkın gücü” hareketinin bir parçası olan bu hareketlerin sınırları vardı – mesela, çoğu ANC tarafından ele geçirilmişti, ve bazen ANC’nin olmayan pozisyonlara karşı tahammülsüzlük gösteriyorlardı- ama liberter eğilimlere sahiptiler.

1980’lerin ilk yarısında var olan, sendikalist sayılabilecek ,“işçici”, Yeni Sol’dan ve bazen doğrudan olmamakla birlikte anarko-sendikalist fikirlerden etkilenen Güney Afrika Sendikalar Federasyonu (Fosatu) işçi öz yönetimi, işçilerin parti politikalarından bağımsızlaşması, uluslararasılık, güçlü taban örgütlenmeciliği ve demokrasi gibi anarşist sendikacı fikirlerden etkilenmişti. Anarşistler gibi Fosatu’nun “işçiciler”i de SACP tarafından desteklenen iki evreli “Ulusal Demokratik Devrim”e hem apartaydı hem de kapitalizmi yıkacak, sosyalizmin peşinde tek bir devrim adına karşı çıktılar. Aynı zamanda üretim ve toplumun “işçi kontrolü”nde olmasından bahsediyorlardı. Fakat “işçiciler” sosyalist bir toplumun nasıl gözükeceği, işleyeceği ve buna nasıl ulaşılacağı konusunda net bir anlayışa sahip değillerdi.

Yukarıda belirtildiği gibi, anarşizm ancak geç 1980’ler ve 1990’ların başlarına doğru tekrar gözükmeye başladı ancak apartayd karşıtı mücadelede önemli bir rol oynamadı. Büyük mücadeleler ve zaferlerin arka fonunda ortaya çıktı, ama bunlara nazaran marjinaldi ve kendi doğrultusunu bulmak için çabalıyordu. 1990’ların başlarında ilk organize gruplar, çalışma grupları ortaya çıktı, bunlar da, 1995’te, ZACF’nin içinden çıktığı İşçi Dayanışma Federasyonu (WSF)’nun kurulmasını sağladı.

ANC oluşumunun ilk safhalarında bir kitle hareketinden ziyade, “Avrupalı olmayan, refah bir burjuva sınıfının gelişimi için yeni sahalar açarak” (Mandela, 1950) siyahi bir burjuva sınıfı yaratmayı arzulayan profesyonel siyahilerin nispeten küçük bir örgütüydü. “Bu ülkenin tarihinde ilk kez, Avrupalı olmayan burjuva kendi ismine, yerleşim yerlerine, fabrikalarına sahip olma fırsatını edinecek ve ticari ve özel girişimcilik hiç olmadığı kadar parlayıp gelişecek.” Küçük, daha ayrıcalıklı – ancak hüsrana uğramış – bir siyahi sınıfın çıkarlarını yansıtan bir örgüt olduğundan dolayı ANC, “kitlelerin” desteğini almak için GAKP ile yandaşlık kurmalıydı. ANC’nin milliyetçi siyahi eliti GAKP ile yandaşlığının kendisine kitle desteği kazandırması ve ırk ayrımı sona erdiği an güce geçmesine yardımcı olması için, sadece biraz sosyalist hitabet benimsemeliydi. GAKP için ise, ANC ile kurulan bir yandaşlık ve iki aşamalı UDD’ne bağlılık, Milletlerarası Komünist Enternasyonal’in sömürge ve yarı sömürge dünyada aciliyet teşkil eden görevin, milli bağımsızlık ve milliyetçilerle işbirliği olduğunu, sosyalizmin bir şekilde sonradan geleceğini belirten yaklaşımıyla bağdaşıyordu.

ANC devleti iktidara geçince, kapsamlı bir özelleştirme icra etti ve geniş çapta neoliberal reformlar gerçekleştirdi. Bunlar büyük tasarruflara ve işsizliğe, sosyal harcamada kesintilerin yanında temel hizmetlerin de maliyetlerinin artmasına, tahliye edilmelere, su ve elektrik kesintilerine vs. yol açtı. ANC’nin özelleştirme ve neoliberal yapılandırmasının 20. yılı ve Genel Sekreteri aynı zamanda Yüksek Öğretim Vekili olan GAKP, hala ANC’ni ve politikalarını destekleyip lehinde seçim kampanyaları yürütmektedir. Ya burjuvanın bir parçası haline gelip, değişen sınıf çıkarlarıyla artık sosyalizmi arzulamadıkları için, ya da üretim güçlerinin, kapitalizm altında tamamen gelişmeden sosyalizmin mümkün olmadığını belirten Marx’ın teleolojik mantığını körce izledikleri için. Sonuç olarak GAKP, Güney Afrikalı işçi sınıfını perişan eden politikaları desteklemekte, bunları “geliştirici” olarak adlandırıp, UDD’nin ikinci fazı olan sosyalizm mücadelesine – ki bu arada, GAKP bunu devlet sosyalizmi açısından algılamaktadır – zemin hazırlayacak üretim güçlerinin gelişimi için gerekli oldukları gerekçesiyle aklamaktadır. Bu, GAKP liderliğinin, başında ANC’nin bulunduğu kapitalist hükümetin tamamiyle ağına düştüğü ve SACP’nin bir kitlesel yapılanma olarak solduğu anlamına gelmektedir.

Fakat neoliberalizm ve yükümlü ANC -SACP yandaşlığı ne kadar köklü ve dayanıklı olursa, sosyalizm de o kadar uzaklaşacaktır.

Feminist, LGBTI, ekoloji hareketleri gibi mücadele biçimleri ve sosyal hareketler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zabalaza: Daha önce de belirtildiği gibi ZAKC, prensip olarak, her türlü ileriye dönük sosyal hareketi destekler; feminist, LGBTI, ekoloji hareketleri de dahil olmak üzere. Ancak ZAKC kesinlikle sınıf mücadelesini merkezine koyar. Belirli bir sosyal hareketin sınıfsal karakteri ve çıkarları ona sağlayacağımız pratik desteği belirler.

İnanıyoruz ki, tüm baskı çeşitleri sınıf hususunda kesişir, sınıf faktörüyle bütünlenir ve büyür. Bu yolla ürer ve işçi sınıfını bölmek, sömürüyü kolaylaştırmak, sınıf egemenliğini, yöneten kesimin – hem özel kapitalistlerin hem de yüksek devlet memurlarının, vs. – çıkarları doğrultusunda kalıcılaştırmak için sürdürülür. Cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi sınıf dışı baskılar, kapitalist ve devletçi düzenin devam etmesine yardımcı olur ama aynı zamanda bu düzen tarafından teşvik edilir. Dolayısıyla, kapitalizmi ve devleti yok etmek için bunları destekleyen tüm diğer baskı çeşitlerini de yok etmek gereklidir; ve sınıf dışı baskıları yok etmek için de kapitalizm ve devleti yok etmek gereklidir – kapitalizm ve devletin ürettiği sınıf farklılıkların el değmeden bırakılması durumu ya aynı sınıf dışı baskıların yeniden ortaya çıkmasına ya da yeni sosyal hiyerarşilerin ve baskıcı ilişkilenmelerin üremesine yol açar.

Bu sebeple inanıyoruz ki, yenilikçi sosyal hareketler, kapitalizm ve devlete karşı sınıf mücadelesini baz alan bir sınıf mücadelesi programı üzerine oturtulmalıdır. Sınıf dışı baskılara karşı mücadeleler ise bağımsız ve otonom direniş örgütlerinin oluşturduğu bir işçi sınıfı programına bağlanmalıdır. Kapitalizm ve devletin devrilip, sınıfların ortadan kaldırılması yolunda, sınıf dışı baskılara karşı mücadelelerin esas ve bu amaçtan ayrılamaz olduğu fark edilmelidir. Yaklaşımında sınıf mücadelesine yer vermeyen – kapitalizm ve devletin yanında diğer baskıları da yok etmeye çabalamayan – yenilikçi hareketler, en fazla sorunun belirtilerini tedavi edebilir ama uzun vadeli, kayda değer, sürdürülebilir değişim ve kazanımlardan her zaman yoksun kalır, çünkü sorunun köküyle yüzleşmez.

ZAKC bütün kadınların, sınıfsal arkaplan ve statüleri fark etmeksizin, ya da bütün siyahlerin, LGBTI’lerin, maddi durumları fark etmeksizin, aynı çıkarları kolladıkları ve ortak bir mücadele paylaştıkları fikrini reddeder.

Irkçılık ve cinsiyetçilik, kapitalizm ve sınıf iktidarının sürmesine yardımcı oldukları için, mesela iktidar sınıftaki kadınlar, ataerkil sistemden çıkar sağlar – bazen cinsiyetçiliğe kurban olsalar bile – çünkü bu, onların sınıf çıkarlarını ve iktidar sınıftaki konumlarını korumalarına yardımcı olur. Benzer olarak, bir siyahi kapitalist kurumsal bir toplantıda ırkçılığa maruz kalabilmesine rağmen, bu durumdan sınıfsal çıkarları açısından, ırkçılığın işçi sınıfını ay yararlanır.

Dediğimiz gibi, cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi sınıf dışı baskı çeşitleri, işçi sınıfını zayıflatıp bölerek, kapitalist ve devletçi düzenin sürdürülmesinde esastır ve aynı zamanda, bu baskı çeşitleri ancak devlet ve kapitalizm düzenini devirerek sona erdirilebilir. Bu yüzden, bir sınıfsal mücadele yaklaşımı – kapitalizm ve devletin yanında diğer baskıları da yok etmeye çabalayan – bu çeşit baskılarla mücadelede merkezdedir. Bu itibarla ZAKC, kadın/eşcinsel başbakanlara ve şirket CEO’larına sahip olmak için mücadele edip, bu tür kurumların asıl doğa ve yapılanmalarına meydan okumayan feminist ya da LGBTI hareketlerini kâle almaz.

Peki ya 2012’deki Marikana katliamı? Orada aslında ne oldu? Anarşistler grevlere müdahale etti mi? Grevlerde anarşistler (ya da ZAKC) rol oynadı mı, anarşistler arasında yaralanan, tutuklananlar oldu mu? Katliam sonrasında geriye çekilme ya da Güney Afrika’daki sınıf mücadelesine baskı ya da tam tersine iktidara karşı öfkenin büyümesinde artış gibi değişimler yaşandı mı?

Zabalaza: Marikana’da meydana gelen, ANC yönetimindeki Güney Afrika hükümetinin, İngiliz Lonmin maden sahipleriyle işbirliği kurup, 34 grevci maden işçisini, kapitalistlerin kârını ve yabancı yatırımı tehdit eden bir grevi sonlandırmak amacıyla öldürmesiydi. O zamanlar Lonmin madeninde hissedar olan Başkan Vekili Cyril Ramaphosa, 16 Ağustos 2012’de 34 grevci maden işçisinin polis tarafından öldürüldüğü günden bir gün önce, polise grevle kararlı bir biçimde ilgilenmesi konusunda politik baskı uygulamasıyla ifşa olmuştu. Madencilerin pusuya düşürülüşü, katliam görüntülerinde açıkça görülüyor. Sonradan ortaya çıkan deliller ise polisin, üstü örtülmeye çalışılan ikinci bir olay yerinde, birkaç madenciyi avlayıp infaz edişini, yaralı işçilere müdahale için gelen ambulans ve ilkyardımın olay yerlerine erişimini engelleyişini gösteriyor.

Güney Afrika’daki çağdaş anarşist hareket küçük ve marjinal. Marikana ve platin grevlerinde anarşistlerin katılımı ve müdahalesi olmadı ancak anarşistler, katliam sonrasında Marikana işçilerine adalet talep eden protesto ve kampanyalara, grev boyunca da dayanışma aktivitelerine katıldılar. Katliam sonrası, Marikana’da sınırlı politik çalışmalarda da bulundular ancak bir baskın yapmadılar.

Marikana Katliamı, tartışmasız ANC hükümetini ifşa edip meşruluğunu çürüterek siyahi işçi sınıfına mensup pek çok insanın, ANC içinde yaşadıkları ilüzyonları giderdi. Marikana olaylarının platin işçileri üzerindeki aydınlatıcı ve radikalleştirici etkisi, kesinlikle 2014’teki 70 000 güçlü beş aylık platin grevini etkiledi – Güney Afrika tarihindeki en uzun ve en maliyetli grev.

Marikana’dan sonra, neredeyse her gün halkın protestoları ve isyanları ülke çapında dinmeden devam etti ve 2015’in sonlarında, finansal dışlanma ve ırkçılık karşısında, ülkedeki üniversitelerde üçüncü derece öğrenci mücadeleleri patlak verdi. Bunu, üniversite çalışanlarının dış tedariğe karşı kayda değer mücadeleleri izledi. Dahil olan birçok öğrenci gibi protestocu topluluklar ve grevci işçiler için Marikana, ANC’nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmış, ilüzyonları yok etmiş oldu.

Ancak, üçüncü derece öğrenci başkaldırısı, ağır bir devlet ve özel baskısıyla karşı karşıya kaldı. Ülke çapında, sürekli olarak halk başkaldırılarının kriminalizeleştirildiği sayısız örnek mevcut. Protestocular yolların kuşatıldığı, lastiklerin yakıldığı vs. topluluk protestolarına katıldıkları için tutuklandıkları zaman, halk içi şiddetten sorumlu tutuluyorlar ki bu suç teşkil eden bir eylem sayılıyor.

ANC hükümeti Marikana’da yaptıklarından dolayı insanların gözünde meşruluğunu ağır ölçüde yitirdiği için, iktidarını sürdürebilmek adına baskıya gittikçe daha çok bel bağlamak durumunda kalacak.

Güney Afrika’daki anarşist hareket hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? İnsanlar anarşist fikir ve aktivitelere nasıl tepki veriyor? Aynı düşünceden ya da farklı eğilimlerden başka özgürlükçü/anarşist grup/kolektifler mevcut mu? İlişkilenmeler nasıl? Anarşistler arasında kesin ayrışmalar var mı?

Zabalaza: Tarihi olarak, Güney Afrika’daki ilk anarşist ve sendikacı hareket, daha kapsamlı olan sosyalist ve işçi hareketinin dahilinde, küçük ama etkili bir eğilimdi. Güney Afrika’da siyahiler için ilk işçi sendikaları, 20. yüzyıl başlarında anarşistler ve sendikacılar tarafından kurulmuştu.

Ancak, pek çok farklı sebepten (Rus Devrimi’nden sonra Bolşevizm’in artan etkisi, devlet baskısı, vs.) anarşist ve sendikacı hareket, 1930’lara gelinceye kadar adeta yok oldu ve 1980’lerin sonu, 1990’ların başına kadar yeniden gündeme gelmedi.

Bugünlerde, Güney Afrika’daki anarşist hareket çok küçük ve ülke çapında hiddetlenen mücadeleler üstünde pek bir etkisi yok. Ancak yavaşça büyüyor ve her gün daha çok sayıda insan anarşist düşüncelerden haberdar olup etkileniyor. Genel olarak, yenilikçi sosyal hareketlerdeki ve sosyalist soldaki çoğu insan tanıştırıldıkları zaman, pek çok anarşist düşünceye katılıyor. Ancak, siyahilerin oy verme hakkı için verilen son mücadeleler sebebiyle ve milliyetçiliğin, Marksistlik’in devlet gücüne olan saplantılarından dolayı, pek çok insan, sosyal hareketler ve sosyalist grupların seçim ve oylamalarla ilgilenmemesini, mücadelelerin devletten bağımsız ve devlete karşı yürütülmesini savunan anarşist yaklaşımı kabullenmekte çok zorlanıyor. Devletçilik, Güney Afrika’nın politik kültüründe dev bir etki ve birçok insan seçimlerin her şeyi çözebileceğine inanıyor. Politik partiler de bu eğilimi her defasında sömürüyor.

Ancak ANC hükümetinin herhangi bir değişim sağlama konusundaki kasvetli başarısızlığı sebebiyle, daha çok insan yavaşça seçim soytarılığından bir değişim doğamayacağını hissetmeye başlıyor; ama bu küçük bir azınlık. Pek çok küçük Marksist oluşumun etkisi sebebiyle de, hala bir sürü kişi seçim sistemi ve devletin, bağımsız aday ya da bir kitlesel işçi partisi seçildiği takdirde, radikal bir değişim doğurabileceği ilüzyonu altında.

ZAKC Güney Afrika’daki en uzun ve en oturmuş anarşist grup ve kapsamlı bir yayınlama ve örgütleme geçmişine sahip. Daha çok grup olmasını dilerdik ama yok. Arada bir küçük gruplar ortaya çıkıyor ama pek azı sürüyor. Ancak bahsedilmeye değer bir yapılanma var, o da Soundz of the South (SoS) isimli Cape Town’lu bir hip-hop kolektifi. Tam anlamıyla bir anarşist kolektif olmasa da (örnek olarak, siyahi milliyetçiliğinden etkilenen üyeleri var) kolektifin anarşist üyeleri ZAKC ile aynı sınıf mücadelesi analizini paylaşıyor ve çok ortak noktamız var. Belki de birlikte çalışmıyor olmamızın tek sebebi, Zabala’nın daha çok Gauteng’de SoS’in ise Cape Town’da bulunuyor olması.

Tutucu değiliz; çeşitli yenilikçi güçlerle birlikte iş yapıyoruz ve yapacağız. Bunu, örnek olarak, APF ve LPM’deki rolümüzle göstermiştik. Ana mesele şu; işçi sınıfı mücadelesinin arazisinde çalışıyoruz, bu da pratikte siyahi işçi sınıfı mahalleleri, örgütlerinde, bu mahalle ve örgütlerle birlikte çalıştığımız anlamına geliyor. Kendini anarşist olarak nitelendiren herkesin, sırf paylaşılan bir etiket sebebiyle birlikte çalışması gerektiğine inanmıyoruz. Etiket birlik için bir temel değildir: kendini anarşist olarak tanımlayan ama anarşizmin ana prensiplerini reddeden, sınıf mücadelesiyle ilgilenmeyen ya da işçi sınıfı mücadele ve hareketlerini destekleyip, dahil olmayan insanlarla çalışmakta gerçekten bir anlam görmüyoruz. Sınıf mücadelesini sürdüren ama anarşist olmayan Sol ya da sosyal hareket ve sendikalarla taktiksel olarak ilişkilenmeyi ve işbirliği yapmayı tercih ederiz. Tabii ki, bu diğer gruplarla pek çok konuda anlaşmazlığımız ve fikirler çatışmasını kazanmak uğruna kavgamız var. Ama önemli olan insan kitlelerine doğru yürüyor olmamız çünkü çatışmaların çıkış noktaları oralar. İzole olmuş ve pürist bir radikal bilimin parçası olmakla ilgilenmiyoruz.

Bir ABCN yayınından haberdarız: Kara Tetik. Ağ hala işliyor mu? Anarşistlere ya da hapishanelerdeki özgürlükçü/anarşist tutuklulara herhangi bir baskı uygulanıyor mu? Güney Afrika’daki hapishaneler hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Zabalaza: Güney Afrika’daki Anarşist Kara Çapraz, baskı karşıtı, dayanışma aktiviteleri yapan ve tutuklulara destek sağlayan, ZAKC ile bağlantılı küçük bir kolektifti. Kara Tetik postasının sadece üç sayısını yayınladı ve devlet baskısının yükselip sosyal hareketlerin hedef gösterilerek suçlanmasına karşılık olarak, diğer yenilikçi örgütlerle kısa ömürlü bir Baskı Karşıtı Ağ kurulmasında rol oynadı. AKÇ-GA da kuruldu ve bir süre hala hapiste olan ırkçılık karşıtı politik tutuklularla iletişimini sürdürdü; bu bir hapishanede anarşizm üzerine gizli bir çalışma grubunun oluşmasına öncülük etti. Bu grubu örgütleyen ana karakterlerden biri, ırkçılık karşıtı politik tutukludan anarşistliğe geçiş yapan Abel Ramarope ölünce, grup çalışmalarını durdurdu. AKÇ’nin de aktivitelerini durdurması uzun zaman almadı.

Güney Afrika hükümeti baskı için özellikle anarşistleri hedef almıyor, çünkü daha o kadar kayda değer değiliz. Ama zaman zaman kasabalı anarşistler ve ZAKC üyeleri, topluluk içindeki fikir ve aktivitelerinin egemenliklerine tehlike oluşturduğunu düşünen yerli elit kesim ve iktidar parti yandaşları tarafından tehdit ve göz dağına maruz kalabiliyor.

Afrika’daki diğer ülkelerle anarşist/özgürlükçü temaslarınız var mı?

Zabalaza: Şu anda sadece Zimbabwe’de anarşist bağlantılarımız var. Swaziland’da bazı anarşistlerle bağlantımız vardı – iki tanesi Soweto’da yaşadıkları zamanda ZAKC üyeleriydi – ancak bağlantımızı kaybettik ve şu anki durumlarından emin değiliz.

IWA ile bağlantıda olan, Nijerya’daki anarşist sendikacı Farkındalık Ligi ile de temas içindeydik ama birkaç yıldır mevcut değil, ayrıca önceden iletişim içinde olduğumuz öncü mücadelecisi Sam Mbah, 2014’te öldü.

Arap Baharı’nın ardından, Mısır’da anarşist bir grup olan Özgürlükçü Sosyalist Hareket ile temas kurmuştuk ancak onlarla da uzun süredir iletişim içinde değiliz ve şu anki durum ve aktivitelerinden haberimiz yok.

Peki Gandhi ve Martin Luther King gibi, küresel kapitalistler tarafından övülen Mandela’nın karakteri hakkında ne söyleyebilirsiniz? Bildiğiniz gibi, iktidar sınıflar çoğunlukla bazı parlamentocuları, pasifistleri ya da reformcu muhalefetleri ya da “devrimleri” tercih ediyor. Mandela ve Gandhi ya da Martin Luther King arasında bir kıyaslama yapabilir miyiz? Ya da Guardian Gazetesi Mandela ve Abdullah Öcalan (tutuklu PKK lideri) arasındaki benzerlikleri yazmıştı. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zabalaza: Mandela’yla ilgili, Gandhi’nin yolunda bir pasifist olduğunu ileri süren miti dağıtmak konusunda çok net olmalıyız. Mandela, ırkçı hükümeti şiddetle devirmeye yönelik silahlı mücadele sebebiyle hapsedilmişti. Bugünlerde, bir tür azizmiş gibi gösteriliyor ve bu doğru değil.

Mandela’nın ırkçılığa karşı savaşına ve silahlı mücadeleyi reddetmeyişine saygı duyuyoruz. Irkçılığa karşı savaşta, açıkça doğru taraftaydı, baskı görenlerin tarafında. Ama bu onu ve arkada bıraktıklarını eleştirmediğimiz anlamına gelmez. ANC lideri olarak, ırkçı yönetim sonrası Güney Afrika’nın her zaman kapitalist olacağı görüşüne kendini adamıştır. Beyaz üstünlüğünü ve “monopoli kapitalizmi”ni kökünden sökmek için derinden değişecek ama aynı zamanda “özel girişimciliğin hiç olmadığı kadar parlayıp geliştiği” bir toplulukta, “Avrupalı olmayan, refah bir burjuva sınıfının gelişimi için yeni sahalar açılmasına” olanak verecekti. Yani, hedeflerinin sınırlı olması bakımından bir reformcuydu. Yani, Mandela silahlı mücadeleyi benimsemesi bakımından Öcalan’a yakın olsa da, ANC her zaman PKK’dan çok daha az radikal bir partiydi – Marksist-Leninist zamanlarında ya da özgürlükçü fikirlerden daha çok etkilendiği şu anki döneminde.

Mandela, kısa bir süre için GAKP’nin liderliğini yapmış olsa da, bu durumları değiştirmedi: GAKP’nin asıl hedefinin sosyalizm değil UDD olduğunu hatırlayın. Yani, ANC /GAKP silahlı mücadelesi militandı ancak devrimci değildi. 1980 ortalarında, ANC ve GAKP liderliğinin büyük bir kısmı, aynı zamanda ırkçı hükümetin liderleri, bir kördüğüm içerisindeydi: iki taraf da kazanamıyordu. Bunu takiben, anlaşmalı bir geçiş sürecini başlatan planlar uygulamaya kondu.

Bir yandan, bu geçiş süreci büyük bir başarıydı: 350 senedir ilk defa, Güney Afrika olan bölgeler orta sınıf bir parlamento sistemine sahip oldu; otoriter ırkçı yönetim sistemi ortadan kaldırıldı – ayrımcılığı, terörü ve baskıları da beraberinde. Ama aynı zamanda orta sınıf “demokrasisi”nin bütün sınırları aşikardı ve hala da aşikar. Kapitalizm sürdü, devlet organı sürdü, sınıf üstünlüğü sürdü. ırkçı yönetimin dehşet verici mirası kendisini her alanda gösterdi – siyahiler için acınası yaşam koşullarından tut, genç Afrikalı kadın ve erkeklerin %70’inin işsiz kalmaları durumuna kadar. Bunların hepsi sürdü. Bunlar, refah ve gücün radikal bir yeniden dağıtımı sağlanmadan nasıl giderilebilir ki? Giderilemez, bu devrimi gerektirir. Ama bizim elimizdeki, siyah elitin oldukça genişlediği, topluluğun ana kayasının ise ırkçılıkla bölünmüş bir işçi sınıfı ve ucuz siyahi işgücü sistemini barındırarak sürdüğü kapitalist bir düzen. ANC ve Mandela, sınırlı vizoyonlarıyla, reformculuklarıyla, içler acısı uzlaşmalarıyla, kapitalizm ve eski beyaz iktidar sınıfla birlikte, kısmen suçlanmayı hak ediyorlar.


Sosyal Savaş

Related Link: http://zabalaza.net
This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]