user preferences

Tom Wetzel'e Cevap

category uluslararası | workplace struggles | opinion/analysis author Thursday October 30, 2008 22:14author by Alan MacSimoin - WSMauthor email miasnikov at gmail dot com Report this post to the editors

Kara Kızıl Notlar dergisinin 4 nolu Aralık-Ocak-Şubat 2005/6 sayısında yayımlandı.

Sanırım bu makalenin on yıl evvel yazıldığını söylemekle başlamalıyım, verilen örneklerin 1994 daha öteye geçmemelerinin sebebi bu. Daha önemlisi Tom ile konumlarımız arasında büyük bir ortaklık olduğu konusunda hemfikirim. Ortak bir hedefe sahibiz, farklılıklarımız o hedefe nasıl ulaşacağımıza dair dostça farklılıklar.

Üçüncü bir Sınıf?

İki temel sınıf mı, yoksa üç temel sınıf mı var? Eğer (işçi sınıfının yönetici kesimi değil de) ayrı bir teknik-yönetici sınıf varsa, onların kendilerine özgü sınıf çıkarları nedir? Ve daha önemlisi bunun kitle örgütlerimiz, mahallelerimiz ve politik örgütlerimizdeki günlük pratiklerimizde yarattığı etki nedir? En nihayetinde Enron’un yağmalanması kapitalizmin başlangıcından beri olagelmiş uzun bir dolandırıcılıklar listesinin son halkasından öte bir şey değil. Kapitalizm içindeki ve kapitalistler arasındaki çatışmalar yeni bir şey değil. Nitekim patron sınıfının ortak çıkarına en uygun olanı bir tür yürütme komitesi olarak bulup, çatışan patronlar arasında uzlaşma sağlaması için devlete ihtiyacı var. Patronlara bireysel olarak bırakılsa, her bir patron ekonomik ve politik istikrarı koruma kaygısı olmaksızın, kendisini diğer patronların zararları pahasına zenginleştirmeye çabalar ve kapitalizm bütünüyle dizginsizleşmiş “haydut baron” kapitalizme geri döner.

Stalinist rejimlerde (Rusya, Çin, Kuzey Kore, vb.) kapitalist sınıf feodalizme karşı mücadelesini ve ekonomiyi modernleştirme sürecini tamamlayamayacak kadar zayıftı, bu yüzden “modernleşmeciler” bu işi yapmak için devlet aygıtını kullandılar. Bu ülkelerde devlet kapitalizminin uygulandığı bir ekonomi inşa edildi. İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında bağımsızlığını kazanan ülkelerden bazılarında (pek çok Afrika ülkesinde) aynı süreci görüyoruz. Ancak buralarda devlet kapitalizmi kurulmadı, bunun yerine gerçekleşen “normal” kapitalist sömürünün gelişimi için en temel düzeyde bir altyapının kurulması ve yerli bir patron sınıfının büyümesi oldu.

Bu ekonomileri ortak[1] mülkiyete dayalı olarak görmek pek doğru bir yaklaşım değildir. Bunu diyebilmek için devlet mülkiyeti ile ortak mülkiyetin aynı şey olduğunu düşünmemiz gerekir. Bu ikisinin aynı olduğunu iddia edebilmek için, devletin toplumun büyük bir çoğunluğunun çıkarlarını temsil edebilecek kapasitede bir yapı olduğu kabul edilmelidir.

Ancak eminim ki Tom’un kastettiği şey, bireysel mülkiyetin Stalinist ekonomilerin temelini oluşturmadığıdır. Tom bu konuda haklı, peki ama kapitalistler ortaklaşa bir şekilde, devlet yoluyla sahip olamaz ve kontrol edemezler mi? Bugün İrlanda’da durum elektrik tedariki, posta, demiryolları, ulusal havayolları, su tedariki gibi sektörlerde hala bu.

Devrim niye hala olmadı?

Tom İşçi Dayanışma Hareketi’nin, sınıfımızın devrime doğru harekete geçememesinin sebebinin sınıfımızı kapitalizme bağlayan fikirlerin varlığı olduğunu iddia ettiğini söylüyor. Ancak işçi sınıfının devrimcileşmemesinin altında yatan nedenin anarşist düşüncelerle buluşmamış, onları keşfetmemiş olması olduğunu öne sürdüğümüzü ve bunun da yetersiz bir açıklama olduğunu söylerken perspektifimizi yanlış anlamış oluyor. Getirdiğimizi varsaydığı açıklamanın yetersiz olduğu konusunda son derece haklı. Fikirler ancak insanlar onları eyleme geçirecek kadar kendilerine güvendiklerinde gerçeklik kazanırlar. WSM’nin insanları kazanılabilir hedefler için (bu zaferlerin pek çoğunun çok küçük olacağına bakmaksızın) mücadele etmeye çekme çabasına yaptığı vurgunun altında yatan tam da bu düşünce. Emekçi insanları, ‘iyi şeylerin gerçekleşmesi’ için bir takım dış güçlere güvenmek yerine, kendi çıkarları için kendilerinin harekete geçebilecekleri hissini yaratacak deneyimlerin önemi konusunda İDA ile ortaklaştığımızı düşünüyorum.

Kendi kitle örgütlerimizi yaratmak

Kendi özyönetimli kitle örgütlerimize ihtiyacımız olduğu konusunda Tom ile hemfikirim. WSM üyelerinin bulundukları sendikalar içinde tabandan kurulan ağlar (örn. SIPTU[2] Karşıkoy, Öğretmenler Eylem Grubu, vb.) yaratılmasında öncü olmalarının sebebi bu.

Kimi ülkelerde kültür, kanunlar ya da gelenekler radikal bir muhalif sendikanın kurulmasını olanaksız kılar. Şu anda İrlanda’da böyle bir işe girişmek gerçekçi olmazdı. Her şey bir yana, ülkemizdeki yasalar, resmi olmayan sendikaların üyelerini, patronları tarafından sendikal eylem sonucunda oluşan maddi zararlardan ötürü dava edilmekten korumuyor. Bunun iyi bir örneği, İrlanda’nın tren makinistlerinin neredeyse yarısının, kendilerini o ana kadar temsil eden iki sendikadan ayrılıp, kendi sendikalarını (the Irish Locomotive Drivers Association - ILDA) kurduklarında başlarına gelenler. Şirket kendilerini tanımayı reddedince başlattıkları grevden sonra, şirketin grev sonucu oluşan gelir kaybından ötürü bireysel olarak dava edilmekle tehdit edildiler. Eğer yaygın bir dayanışma eylemi devleti geri adım atmaya mecbur etseydi, muhteşem bir şey olacaktı. Ne yazık ki, kendi güven yoktu. Başka makinistler ve bazı otobüs şoförleri eylemliliğe katıldı, ama destek yeterli sayıdan çok uzak kaldı. ILDA ancak başka bir sendikanın bu işçilere üyelik vermesi (ve böylece masaya oturma yetkisi güvencesinin kazanılması) sayesinde ayakta kalabildi.

Küçük “devrimci” bir sendika kurmanın mı, geleneksel sendikalardaki geniş işçi kitlesi ile aynı yerde bulunmanın mı daha devrimci bir tavır olduğu tartışması bizim için de önemli bir tartışmadır. Tercihimiz katıldıkları toplantılara katılarak ve oralarda konuşarak onları etkileyebilme şansını elde etmek için iş arkadaşlarımızın bulundukları yerlerde olmaktır. Bu sonsuza kadar bulunduğumuz sendikalarımızda kalacağımız anlamına gelmez. Kastettiğimiz, devrimci ve militan azınlığı geri kalan kitleden ayrı bir sendika kurmak üzere ayırmanın iyi bir fikir olmadığıdır. Yeni bir örgüt kurma çabasına girişmek için, önemli sayıda insanı bir araya getirme şansımızın yüksek olduğu bir duruma gelmek istiyoruz. Aksi takdirde militan azınlığın kendi kendisini izole etmesine sebep oluruz.

Örgütsüzlerin örgütlenmesi konusunda daha farklı yöntemler mümkündür. Üyelerimizden biri Bağımsız İşçiler Sendikası’nda. Bu Cork şehrinde kurulmuş, ev hizmetçilerini, güvenlik görevlilerini, vb. örgütlemeye çalışan yeni bir radikal sendika. Yine de üyelerine kimi yasal faydalar sağlayabiliyor, çünkü geçmişten gelen yasal bir dayanakları var. Ancak, üyelerine gerçek bir fayda sağlayabilmek ve daha fazla işçiyi kendine çekebilmesi için BİS’nın yeterli yerde tanınmaya ihtiyacı var. Bunu yapıp yapamayacağını zaman gösterecek, bizler her halükarda çabalarının destekçiyiz. Ayrıca, politik görüşleri ne olursa olsun tüm işçileri örgütlemeyi hedefleyen bir yapı olan her hangi bir sendikanın, bugünkü gibi devrimci görüşlerin hiç de yaygın olmadığı bir durumda bundan daha ileri gidemeyeceğini düşünüyoruz. Tarihsel olarak pek çok işçinin sendikalist sendikalara katıldıkları dönemler olmuştur, bunun ardında yatan neden anarşist olmaları değil, sendikalist sendikanın en militan olan dolayısıyla en iyi sonuçları alan sendika olmasıydı.

Bu tartışmadaki esas nokta sendikaların devrimci örgütler haline gelip gelemeyecekleri ya da sendika mücadelesinin özgüvenin ve bilincin gelişmesinin bir aracı olup olamayacağı sorusu. Sendikaların devrimci örgütler haline gelemeyeceklerini düşünüyoruz; bu amaçla kurulan örgütler değiller çünkü. Ancak geleceğin işçi konseylerinin embriyosu, sendika mücadelesinin içinden doğacaktır. Yeni koşullara uygun yeni bir örgütlenme biçimi, kapitalizmi yıkmak için değil, onun içinde pazarlıkla daha fazla şey elde etmek için geliştirilmiş eski örgüt biçimlerinden doğacaktır.

İşçilerin kendi sınıf çıkarlarını savunmak için (herhangi bir aracı kişi ya da grup, ya da “her şeyi bilen liderler” olmaksızın) kendi taban örgütlerini kurdukları her yerde, bunun nüvelerini görebiliriz. Tom’un söylediği gibi “sınıfsız bir toplum sadece emekçi insanların doğrudan kendi emekleri sonucunda oluşturulabilir ve bunun için gerekli olan emekçilerin kendi özyönetimli hareketlerini geliştirmeleridir”. Bu konuda tamamen anlaşıyoruz, farklı olduğumuz nokta basitçe bunu en iyi yoldan nasıl başaracağımız ve onu ilerletmek için hangi stratejiye emek harcayacağımızdır.

Notlar:

[1] ç.n. Bu kelimenin İngilizce metindeki karşılığı ‘public’. ‘public’ kelimesi genelde ‘kamu’ olarak tercüme edilir. Ancak ‘kamu’ dilimizde daha çok ‘devlete ilişkin’ gibi bir anlam taşırken, İngilizcede ‘halka ait’, ‘herkese ait’ gibi bir anlamı vardır. Yazarın burada kullandığı anlam bu olduğu için ‘ortak mülkiyet’ demeyi tercih ettim.
[2] SIPTU İrlanda’nın en büyük sendikası

İngilizce Orijinali:
http://www.workersolidarity.org/WSMreply.html

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]